29 Ekim 2024 Salı

İsviçre - Politik Sistem


 İsviçre'de politik güç üç kademeye ayrılmıştır: Federal Devlet, kantonlar (ülke birimleri) ve belediyeler. İsviçre vatandaşları oy kullanarak politik talepleri için karar verebilmektedir.


İsviçre Federal Devleti 1848 yılında kurulmuştur. Başkenti Bern'dir. İsviçre, ne etnik köken ne dil ne de din açısından bir birlik oluşturur. Burada farklı kültürler gönüllü olarak bir araya gelmiş olduğundan "halkın idaresiyle oluşan ulus" tan (Willensnation) söz etmek mümkündür. İsviçre uluslararası siyasette tarafsız bir ülkedir.


Kantonlar ve belediyeler geniş bir bağımsız alana sahip olduğundan İsviçre'de yönetim biçimi federalizmdir. 26 kanton ve iki binin üzerinde belediye devlet yapılarıyla tam olarak teşkilatlanmıştır. Basel-Landschaft Kantonu'nun kendi anayasası ve hükümeti, bir parlamentosu ve mahkemeleri vardır. Pek çok kamu hizmeti için kanton ve belediyeler sorumludur. Bundan dolayı örneğin okul sistemi kantondan kantona göre farklı düzenlenmiştir. Federal yasalar tüm İsviçre için geçerli olsa da kantonların sadece kanton sınırları içinde geçerli olan kendi yasaları vardır. Belediyeler de kendi kanunlarını çıkartabilir. Kanton, belediyeler ve federal hükümet görevini yerine getirebilmek için vatandaşlardan vergi tahsil eder.



Güçler Ayrılığı

İktidarın tek elde toplanmasını engellemek için devlet erki İsviçre'de ve kantonlarda birbirinden bağımsız üç kola bölünmüştür: Yasama (yasama gücü), yürütme (yasayı yürütme gücü), yargı ( yargı gücü). Basel-Landschaft kantonunda aşağıdaki resmi merciler, şu görevleri üstlenir:

  • Yasama: Bölge Meclisi (Landrat) (90 üye, her dört yılda bir halk oyuyla seçilir)
  • Yürütme: Hükümet (Regierungsrat) (5 üye, her dört yılda bir halk oyuyla seçilir)
  • Yargı: kanton düzeyinde çeşitli ve sivil mahkemeler. 

Aynı zamanda belediyeler de bir yasama gücüne (Belediye Meclisi ve Parlemento (Gemeindeversammlung, Parlement), bir yürütme gücüne (Belediye Konseyi veya Belediye Meclisi, Stadtrat, Gemeinderat) sahiptir. Federal düzeyde yasama erki iki meclisten olusur: Ulusal Meclis ve kantonal Konsey (National- und Ständerat). Ulusal Hükümet (7 üye) Federal Konsey (Bundesrat) olarak adlandırılır. Ulusal düzeyde de çeşitli mahkemeler vardır. En yüksek organ olan Federal Mahkemeye kanton mahkemelerinin kararları temyiz edilebilir.


Demokratik Haklar

İsviçre vatandaşları seçme ve seçilme hakkına sahiptir. Halk; belediye, kanton ve federal düzeyde siyasi organları seçme hakkına sahip olup seçimde de aday olabilir. Ayrıca vatandaşlar belediye, kanton ve federal düzeyde politik konular üzerine referandum yoluyla karar verebilir (doğrudan demokrasi). Vatandaşlar halk inisiyatifi ile kendi taleplerini de oylamaya sunabilir. Basel-Landschaft kantonunda yaşayan yabancıların seçme ve seçilme hakkı yoktur. Ancak, yabancılar politik taleplerini yetkililere dilekçelerle yöneltebilir. Yanısıra, ikamet yerinde komisyonlara sivil toplum kurumlarına veya derneklere katılma fırsatı genellikle vardır.


Temel Haklar

İsviçre'de en yüksek temel hukuki ilkeler, İsviçre Federal Anayasası’nda (Bundesverfassung) yazılıdır. Federal Anayasanın önemli bir parçası olan temel haklar, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (EMRK) normlarına dayanır. Bu haklar, insani varoluşu (örneğin yaşam hakkı, acil durumlarda yardım hakkı) güvence altına alarak, bireyleri tek tek devlet gücüne ya da grupları çoğunluğa karşı korur. Bu haklar bireylerin köken, ırk , din, cinsiyet ya da cinsel yönelimlerinden dolayı ayrımcılığa uğramamasını güvence altına alır. Basel-Landschaft kantonunda ırk ayrımcılığına maruz kalanlar ücretsiz olarak destek ve danışmanlık hizmeti alır. İsviçre'de din, ifade ve basın özgürlüğü vardır.

13 Ekim 2024 Pazar

İSVİÇRE NASIL KURULDU

 


İsviçre dünya savaşlarının ortasında yer almasına rağmen bu savaşlarda takındığı tarafsız tutum Alplerin nefes kesen manzaraları ve vatandaşlarına sağladığı kaliteli yaşam standartlarıyla tanınıyor fakat bugünkü şeklini alana kadar Yüzyıllar boyunca Avrupa'nın büyük güçleriyle mücadele etmiş ve Aslında birçok Savaş görmüştü Evet


bugün İsviçre'nin nasıl kurulduğu hakkında bilgi vereceğiz, bunu Tam manasıyla anlamak için ise ilk olarak milattan önce 1nci yüzyıla gitmemiz gerekiyor milattan önce 1nci Yüzyıl dolaylarında bahsi geçen Bölgede keltler hüküm sürüyordu bugünkü İsviçre'nin bulunduğu coğrafya milattan önce 58 yılında Sezar tarafından ele geçirilerek Roma imparatorluğu'na bağlandı Batı Roma İmparatorluğu'nun 5 yüzyılda dağılmasının ardından ise burada çeşitli Germen kabileleri hüküm sürmeye başladı Bölge 9 yüzyılda şarman tarafından ele geçirildi ve 10 yüzyılda kutsal Roma imparatorluğuna bağlandı işte bugünkü isviçrenin temelleri de kutsal Roma İmparatorluğu hakimiyeti altında 13 yüzyıl

sonlarında 
atılacaktı 1291 yılında kutsal Roma İmparatorluğu bağlı Uri Schwyz ve Unterwalden adındaki üç Kanton bölgedeki istikrarsız ortam karşısında güçlü durabilmek için birbirleri arasında bir ittifak oluşturmaya karar verdiler Ağustos ayında imzalanan Bundesbrief adlı beyanname ile bu üç Kanton arasında federal bir yapı

kuruldu bu 
konfederasyonun kurulmasıyla birlikte bugünkü İsviçre'nin temelleri resmen atılmış oldu hızla büyüdü ve 15 yüzyıla gelindiğinde Lucerne, Schwyz ve Bern şehirleriyle gralus ve zug kantonları da kapsayacak şekilde genişledi konfederasyonun hızla büyüyerek bünyesine yeni Topraklar katması bölgede yeni bir güç istemeyen

 
Avusturya'nın çıkarlarıyla çakışı bu durum 14 yüzyılın ikin yarısından itibaren iki ülke arasında aralıklı olarak savaşlar çıkmasına sebep oldu 1386 yılında yapılan Sempach muharebesinde İsviçre Konfederasyonu Avusturya karşısında Galip geldi ve bundan 2 yıl sonra 1388 yılında yapılan nafel muharebesinde de İsviçre Savaşı

kazanan 
tarafı oldu bu zaferler sayesinde İsviçre Konfederasyonu bölgedeki kazanımlarını korudu ve Avusturya İsviçre konfederasyonunun bölgedeki varlığını kabul etmek zorunda kaldı 15 yüzyılın sonlarına gelindiğinde Fransa'dan bağımsızlığını kazanan burgonya 1nci Charles önderliğinde topraklarını hızla genişletmeye başlamıştı Charles'ın

amacı Fransa ile 
kutsal Roma İmparatorluğu arasında bağımsız bir güç olarak ortaya çıkmaktı ilk olarak ülkesinin dağınık topraklarını birleştirme amacıyla Alsas Loren bölgesini ele geçirmeye karar verdi ve Bu doğrultuda birçok sefer gerçekleştirdi Charles'ın bu yayılmacı politikası onun Avusturya ve Fransa başta olmak üzere bölgedeki

diğer 
güçlerle ilişkilerinin bozulmasına sebep olmuştu burgonya Yükselişi aynı zamanda bölgedeki güçlerden biri olan İsviçre için de bir tehdit oluşturuyordu İsviçre Charles'ın Loren bölgesindeki ilerleyişini durdurmak için 29 Ekim 1474 burgonya savaş ilan etti İsviçre ordusu Kasım 1474 yapılan Hericourt muharebesinde burgony ordusuna karşı küçük bir zafer elde etmeyi

başardı 22 Haziran 1476 yapılan Morat Savaşı ve 5 Ocak 1477 yapılan Nancy savaşlarında da isviçreliler burgony ordusunu yenilgiye uğratarak büyük bir başarıya imza attılar Charles Nancy Savaşı'nda hayatını kaybetti ve burgony toprakları Fransa ve Avusturya arasında paylaştırıldı bu savaşta İsviçreli askerlerin savaş boyunca


 
gösterdiği performans İsviçre'nin itibarını oldukça güçlendirmiş daha öncesinde Avusturya'ya karşı gücünü kanıtlayan İsviçre burgonya gibi büyük bir gücü mağlup etmesinin ardından kutsal Roma İmparatorluğu ile olan Bağlarını giderek kopardı artık imparatorlukla

İsviçre arasındaki ilişki 
formalite haline gelmişti Aslında İsviçre'nin imparatorluk ile olan Bağları uzun bir zamandır zayıftı Konfederasyon kendisini koruyabilecek güce sahipti ve bu yüzden imparatorluğun korunmasına ihtiyaç duymuyordu fakat tüm bunlara rağmen İsviçre İmparatorun otoritesini tanımaya Ve kutsal Roma İmparatorluğu'nun bir parçası olmaya devam etti 1488 yılında kutsal

Roma imparatoru 
Frederick İsviçre'nin kuzeyindeki 22 imparatorluk şehrini birleştirerek Svabya Birliği adı verilen bir birlik kurdu Frederick İsviçre Konfederasyonu dan da Svabya Birliği'ne

katılmalarını 
istedi Böylece İsviçre'nin Özerk yapısını kırarak otoritesini sağlamlaştırmak birliği' katılarak uzun savaşlar sonucu

elde ettikleri 
kazanımları kaybetmek istemiyorlardı Bu yüzden bu birliğe katılmayı reddettiler İsviçre'nin bu kararı İmparatorun otoritesini zedeledi ve bu durum iki taraf arasındaki ilişkilerin gerilmesine sebep oldu 1495 yılına gelindiğinde yeni İmparator 1

Maximillan imparatorluk 
genelinde uygulanacak yeni bir vergi reformu yürürlüğe koymaya karar verdi Gemeine Pfenning olarak adlandırılan bu vergi kutsal Roma İmparatorluğu'nu Fransa ve Osmanlı İmparatorluğu gibi dış tehditlere karşı koruyacak orduların maliyetlerinin karşılanmasını sağlayacaktı Ayrıca maximillan imparatorluk

içerisindeki tüm hukuki anlaşmazlıkları ele alması ve imparatorluğun içerisindeki devletler arasında adalet ve barışı sağlaması için yüksek bir mahkeme kurulmasına karar verdi bu kararların İkisi de 1495 yılında worms Eyaletinde kabul edildi İsviçre Konfederasyonu zaten iyi bir askeri sistemi olduğu için yeni vergi reformunu gereksiz buluyordu Bunun yanı sıra Yeni kurulan Yüksek Mahkeme

İsviçre'nin kendi hukuk sistemiyle doğrudan çatışıyor Bu yüzden bu reform da konfederasyonun işine gelmiyordu İsviçre imparatorlukla olan Bağlarını zayıflatmaya çalışırken İmparatorun otoritesini arttırmaya yönelik bu kararları kabul edilemezdi Bu sebeple bu kararların İkisi de İsviçre Konfederasyonu tarafından reddedildi Worms Eyaletinde alınan kararları reddeden tek ülke İsviçre'de değildi Ancak Maximilan İsviçre'ye bu kararları kabul ettirebilir imparatorlukta ki diğer devletlere de aynı şekilde kabul ettirebilecek düşünüyordu Bu doğrultuda Hem bu kararları kabul

ettirebilmek hem de imparatorluktaki otoritesini kanıtlamak adına İsviçre Konfederasyonu ile savaşmak için hazırlıklara başladı ilk olarak Yeni kurulan imparatorluk yüksek mahkemesinde Rotwein ve Schaffhausen topraklarının İsviçre'ye ait olmadığı ve bu yüzden İsviçre'nin bu topraklardan feragat etmesi gerektiğini belirten bir karar çıkarttı ancak İsviçre Konfederasyonu bu kararı reddetti bu hareket İsviçre'nin doğrudan doğruya İmparatorun otoritesini yok saydığı anlamına geliyordu Ve bu durum iki taraf arasında yapılacak olan Savaşı kaçınılmaz hale getirmişti Savaş 1499 yılının Ocak  ayında başlayıp Eylül ayına kadar devam etti bu tarihler boyunca yapılan muharebelerin çoğunda İsviçre ordusu birleşik Avusturya Svabya Birliği orduları karşısında Üstün geldi Eylül ayına gelindiğinde kaynakları iyice tükenen Avusturya Barış imzalamak zorunda kaldı 22 Eylül 1499 da Basel'de imzalanan barış anlaşması ile birlikte Savaş resmen sona erdi Basel barışında İmparator Maximillan İsviçre Konfederasyonu üzerinde yeni vergi uygulamaları ve yeni mahkemeler kurma yetkilerinden feragat etti bu olay Bir nevi İsviçre konfederasyonunun kutsal Roma imparatorluğundan bağımsızlığını kazandığı anlamına geliyordu bu savaş imparatorluk üyelerinin olan sadakatini sona erdiren bir felaket olmasa da Maximillan imparatorluk genelindeki otoritesini oldukça zayıflatmıştır İsviçre'nin yeni statüsü Aslında İsviçre için çok fazla şeyin değiştiği anlamına gelmiyordu Çünkü İsviçre zaten uzun bir süredir imparatorluk içi politikalara ilgi göstermiyor ve kendi çıkarları doğrultusunda hareket ediyordu Ancak bu savaş ve ardından imzalanan Bazel Anlaşması isviçre'yi kendi çıkarlarını koruma ve bağımsız hareket etme konusunda resmi olarak Özgür kılmıştı Bu olaydan 2 yıl sonra 1501 yılında İsviçre konfederasyonuna katılmanın çıkarın ne olduğunu düşünen Basel ve schaffhausen adlı iki Kanton daha konfederasyona katıldı Böylece İsviçre zaferin yeni toprak kazanımlarıyla taçlandırmak ve Fransa arasında çıkankutsal ittifak savaşına papalık tarafında katıldı 14 Eylül'de gerçekleşen Marignano muharebesinde İçre orduları birleşik Fransa ve Venedik orduları karşısında mağlup oldu Böylece daha öncesinde katıldığı savaşları istikrarlı bir şekilde kazanan İsviçre Konfederasyonu büyük bir yenilgi almış oluyordu bu yenilgiye rağmen Konfederasyon dağılmaya bütünlüğünü korudu ancak yakın zamanda ortaya çıkacak olan Reform Hareketi İsviçre konfederasyonunun birliğini derinden sarsacak 16 yüzyıl Avrupa'sında Martin Luther ve Jean Calvin gibi reformcuların önderliğinde ortaya çıkan reform hareketinin etkilerini en derinden hisseden ülkelerden biri de İsviçre Konfederasyonu olmuştu bazı kantonlar Katolik mezhebini terk ederek reformist harekete katıldılar mezhepsel farklılıklar İsviçre kantonları birbiriyle karşı karşıya getirdi ve bu durum Kapel savaşları ve Villmergen savaşları olarak adlandırılan savaşların çıkmasına sebep oldu bu savaşların sonuncusu olan tobur Muharebesi 1712 yılının yazında yapıldı muharebenin kazananları protestanlar oldu ve 11 Ağustos 1712 imzalanan AArau Anlaşması ile her kantona kendi mezhebini seçme hakkı verildi Böylece uzun yıllar süren savaşların ardından kantonlar arasındaki barış sağlanmış oldu 1798 yılında Napolyon isviçre'yi işgal etti Fransız yönetimi altında eski İsviçre Konfederasyonu dağıtıldı ve Helvetia Cumhuriyeti adında bir uydu devlet kuruldu Fransız hakimiyeti Napolyon'un 1815 yılında yapılan waterloo muharebesini kaybetmesinin ardından son buldu Aynı yıl yapılan Viyana kongresinde İsviçre konfederasyonunun yeniden kurulması kararı alındı Ayrıca Valais Neuchatel ve cenevre'de İsviçre konfederasyonuna dahil edildi Fransa'nın işgalinden kurtulduktan sonra İsviçre Konfederasyonu bir iç savaş riskiyle karşı karşıya kaldı bağımsızlığın yeniden kazanılmasının ardından Katolik kantonlar eski federe yapıyı korumak istiyorlardı Protestan kantonlar daha birleşik bir devlet yapısı oluşturulmasını arzuluyorlardı 1845 yılında Katolik kantonlar Sonderbund ittifakı adı altında yeni bir ittifak oluşturmaya karar verdiler Bu karar Katolik ve Protestan kantonlar arasında bir iç savaşın çıkmasına sebep oldu Sonderbund Savaşı olarak adlandırılan bu savaşın kazananı protestanlar oldu savaşın ardından sonder buun ittifakı lağvedildi ve 1848 yılında Yeni bir resmi anayasayla daha birleşik bir federal yapı kuruldu Aslında Napoleon önce İsviçre'nin daha birleşik bir yapıya bürünmesine dair bir istek yoktu ve kantonlar eski konfederasyonun yapısından memnundu O dönemlerde asıl Hedef kutsal Roma imparatorluğundan tam bağımsızlık kazanmaktı 1798 yılında Napolyon'un isviçre'yi işgalinin ardından kurulan Merkezi Yapı Protestan kantonlar tarafından büyük ölçüde benimsendi Viyana Kongresi ile birlikte eski Konfederasyon yeniden kurulmuş ancak Merkezi bir yapıyı savunan kantonlar bu karardan memnun kalmamış lardı kantonlar arasındaki bu anlaşmazlık 1847 yılında yapılan Sonderbund Savaşı'nın ardından federal anayasanın kabul edilmesiyle birlikte son buldu ve İsviçre günümüzdeki şeklini aldı bu savaş İsviçre'nin yaşadığı son savaştı bu savaştan sonra İsviçre Birinci  ve ikinci Dünya Savaşı da dahil olmak üzere herhangi bir savaşa katılmadı bugün İsviçre dört resmi dilin kullanıldığı birleşik bir ulustur bu dillerin oranları yaklaşık olarak % 64 Almanca % 22 Fransızca %11 İtalyanca ve % 0,05 romansça geri kalan diller ise çeşitli ülkelerden gelen göçmenler tarafından konuşulmaktadır bugünkü İsviçre'nin kuruluşunu kısaca kutsal Roma İmparatorluğu hakimiyeti altında sancılı bir genişleme dönemi Napolyon yönetiminde merkeziyle Viyana Kongresi ile eski Konfederasyon yapısının yeniden kurulması yaşanan iç savaş ve savaşın ardından günümüzdeki modern konfederasyonun kurulması olarak özetleyebiliriz.

6 Ekim 2024 Pazar

ABD ORDUSU ** SÜPER GÜÇ **

 



Ikinci dünya savaşının Avrupa sahnesi Almanya'nın 1939 yılında Polonya'ya saldırmasıyla başladı. Polonya işgalinin devamında Almanya müthiş hava ve kara gücüyle neredeyse Avrupa'nın tamamını işgal etti. Tabii ki Amerika kıtasında bulunan Amerika Birleşik Devletleri bu gelişmeleri yakından takip ediyordu. Ama Amerika Birleşik Devletleri halkı özellikle Birinci Dünya Savaşı'na niye katıldıklarını ve savaşa dahil olunca kendilerine ne artılar getirdiğini anlamamıştı. 



İkinci Dünya Savaşı başladıktan sonra Amerika Birleşik Devletleri'ndeki insanlar kilometrelerce ötedeki bir savaşa dahil olmak istemiyorlardı. Zaten Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Amerika Birleşik Devletleri askeri harcamalarını neredeyse tamamen durdurmuştu. 1925 yılında Amerika Birleşik Devletleri ordusundaki asker sayısı sadece 134.000 kişiydi. Ayrıca ileri düzeyde uçak üretimi yapmalarına rağmen orduda hava kuvvetleri birimi de yoktu. Yapılan uçaklar hep sivil amaçlara hizmet eden uçaklar



Çünkü devlet savunma sanayisi üretimlerini kısıtlamıştı ve bu üretimlere neredeyse hiç kar vermiyordu. Bu durum karşısında da şirketler savunma sanayisi üretimlerini askıya almışlardı. Ama 7 Aralık 1940 
tarihinde Japonların Perherber'e saldırması ve bu saldırıdan 4 gün sonra Hitler'in Amerika Birleşik Devletleri'ne savaş ilan etmesiyle Amerika Birleşik Devletleri artık tamamen savaşın içindeydi. Peki savunma sanayisi yok denecek kadar az olan Amerika Birleşik Devletleri nasıl oldu da bir anda süper güç haline geldi? 


Genellikle kara ordusu için yapılan üretimlere değineceğiz. Almanya, Hitler'in iktidara gelmesiyle tank üretimine ağırlık verirken Amerika Birleşik Devletleri ise otomobil üretimine öncelik vermişti. Avrupa'da el yordamıyla üretilen otomobillere sadece zenginler sahip olabilirken Amerika Birleşik Devletleri'nde ise neredeyse her ailede bir otomobil bulunuyor


Yine o dönemde Alman ordusu hızla büyürken Amerika Birleşik Devletleri asker sayısı sıralamasında dünyada gitgide gerilere düşmeye başlamıştı. Ve Hollanda'nın önünde 18nci sırada yer almaktaydı

 


1930'lu yılların ortasında Amerika Birleşik Devletleri ordusunda sadece 488 makineli tüfek 235 tane sahra topu ve 18 tane orta sınıf tank bulunuyordu. Avrupa'daki savaş başladığında Almanya'nın 2.000 tankı varken Amerika Birleşik Devletleri'nin 325
 tankı Almanya'nın 8.500 uçağı varken, Amerika Birleşik Devletleri'nin 1.700 uçağı, Almanya'nın yaklaşık 4.5 milyon askeri varken, Amerika Birleşik Devletleri'nin ise sadece 20.000 askeri vardı. O dönemde Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Franklin Delano Roosevelt 'de savaş karşıtı birçok açıklama yapmaktaydı. Ama 1940 yılı Haziran'ında Almanya'nın Hollanda'yı işgal etmesiyle askeri sanayisini güçlendirmek için adımlarını atmaya başladı. Çünkü ibrenin elbet Amerika Birleşik Devletleri'ne döneceğini biliyordu ve hazırlıksız yakalanmak istemiyordu. Hollanda rahatça yenildiyse Askeri sıralamada bir önündeki ülkenin de şansı yoktu. Fransa'nın da kolayca teslim olması üzerine acil önlemler alınması gerekliliği iyice kendini hissettirmişti. 



Ama Amerika Birleşik Devletleri'nin silah üretimi çok düşük Roosevelt ülkedeki en büyük otomobil üreticilerini ağır sanayi üreticilerini ve maden şirketlerini bir toplantıya çağırdı. Konu savaş üretimini arttırmak üzerineydi. Bu şirketlerin içindeki en önemli şirket ise General Motors'tu. Avrupa'da el yordamıyla üretilen otomobillerin aksine makineler ile seri üretim yapan bir otomobil şirketiydi. Amerika Birleşik Devletleri'nde üretim hattı denen sistemin öncüsüydü ve ilk denemesi makineli tüfekler üzerine olacak


Almanya 1940 yılının sonuna doğru 59.000 makineli tüfek üretmişti. Fakat Amerika Birleşik Devletleri Brownie gibi bir üreticiye sahip olmasına rağmen üretimi çok düşüktü. Motor fabrikalarına getirilen makineli tüfekten küçük parçalarına kadar söküldü. General motorsunun şanzıman üreten bir alt şirketi bir yılda 280.00  makineli tüfek üreteceğinin garantisini hükümete verdi. Şirket sadece bir ayda29.000 makineli tüfek teslim etti. Bu da taahhüt edilen miktarın çok üzerinde bir sayıydı. Bu rakamı 12 ile çarptığımızda 100.000 makineli tüfek daha fazla üretilecek anlamına geliyordu. En önemlisi ise elle üretilen tüfeklerin maliyetinin dörtte biri fiyatına üretilmişlerdi



İkinci Dünya Savaşı boyunca Almanya yaklaşık 1.200.00 makineli tüfek üretmişti. Amerika Birleşik Devletleri ise yaklaşık 2.600.000 makineli tüfek üretti.
Ama Amerika Birleşik Devletleri'nin 1.400.000 fazla üretimine rağmen üretim maliyetlerine baktığınızda aşağı yukarı Almanya ile harcanan miktar aynıydı. Tabii ki sadece makineli tüfeği daha fazla ve daha ucuza mal etmek savaşı kazandırmıyor. General Motors gibi birçok şirketin savaş üretimine destek vermesi gerekiyor


Fakat özellikle Rose 1933 yılında çıkardığı yasa ile savunma sanayisi üretimi yapan


şirketlere ağır vergi yükü getirmişti. Bunun sonucunda tasarım meraklısı birkaç şirket dışında 
Bütün şirketler farklı alanlara yönelmişti.
Yani savunma sanayisiyle arasında soğuk rüzgarlar esmekteydi. Ama Roosevelt bu şirketlere ihtiyacı vardı. Bu sefer de Roosevelt 7 yıldır savunduğu yasayı değiştirerek silah üretimi yapan şirket devlet desteği verileceği ve kotalarını tutturan şirketlerin daha yüksek kar payları alacaklarını açıkladı. Bu da şirketlerin savaş sanayisine yönelmelerini kolaylaştırdı. Roosevelt 1940 yılının sonlarına doğru yaşanan Britanya hava Savaşları sonunda biraz rahatlamıştı. Çünkü Britanya'da düşseydi ibre direkt Amerika Birleşik Devletleri'ne dönebilirdi. Ayrıca Pasifik'te Japonlar da Amerika Birleşik Devletleri'ni hedef alan açıklamalar yapmaya başlamıştı ve Amerika Birleşik Devletleri savaşa tam olarak hazır değildi. Amerika Birleşik Devletleri'nin en önemli sorunu Almanların en iyi olduğu konu üzerineydi. Bu konuda tank üretimiydi


1939 yılında Amerika Birleşik Devletleri ayda sadece 13 tank üretebiliyor. O yıl Almanya'nın elinde hazır konumda 2.000 fazla tankı vardı. Ve teknolojileri oturmuştu. Amerika Birleşik Devletleri Almanya ile denk hale gelmek için hızlı bir üretim sürecine muhakkak girmeliydi



Burada devreye giren ise yine otomobil üretimi yapan şirketiydi. Zaten de General Motors'un alt şirketlerinden biriydi. Tank üretimi konusunda bilgisi yoktu. Ama yeni model 
Otomobil üretmek için üretim hattındaki makineleri yenileme konusunda çok çok uzmandı. General Motors'un aksine otomobil fabrikasını tank üretimine çevirmeyi seçmedi. Bunun yerine hızlıca yeni fabrikalar kurup üretim üretim hattını tanklara göre dizayn edecekti. Bu sırada hiç tank görmemişler mühendisleri makineli tüfek üretimi için uygulanan yöntem ile eldeki bir tankı en ufak detayına kadar parçalayarak tanklar için neler gerekli öğrendiler



Ama bu makineli tüfek gibi basit bir montaj gerektiren bir teknoloji değildi. Binlerce parçaya sahipli ve montajı çok karışıktı. Ilk seri üretimi planlanan M3 tankları 6 ay gibi kısa bir sürede toplu üretim ise Amerika Birleşik Devletleri'nin ilk tank fabrikası olan tank fabrikasında 1941 yılının mart ayında başlayacaktı. Fakat bu tanklar üretilirken özellikle zırh parçalarını birleştirmek çok zaman almaktaydı Çünkü o dönemki üretimlerde metalleri birleştirmek için perçin kullanılıyordu. En önemli sorunlarından biri de vasıflı işçi gerektirmesiydi. Avrupa'ya gidip Alman tanklarını inceleyen yetkililer zırhları birleştirmek için kaynak kullanıldığını bu yöntem ile birleştirme hızı artmış hem de tankların daha hafif ve daha ucuza imal edildiğini gördüler. Fabrika açılmadan önce Amerikalılar günde 2 tank üretirken fabrika açıldıktan sonra bu sayı günde 6 tanka çıkmıştı. Yani ayda 180 tank demekti. Üretim ayda 13 tanktan 180 tanka çıkmıştı. Bu da üretimin yaklaşık olarak bir yılda 14 kat arttığını göstermekte


Amerika Birleşik Devletleri'nin savaşa girdiği 1941 yılının sonunda Amerikalılar 4.000 tank üretmişlerdi. Almanlar ise 1941 yılında 2.400 tank üretebilmişlerdi. 1942 yılında ise Amerika Birleşik Devletleri'nde bulunan neredeyse Bütün otomobil şirketleri, savaş malzemesi üretmeye başlamıştı. Bunların başında tank ve piyade silahları geliyordu. Tabii ki sadece silahlar değil, ordunun ihtiyacı olan bütün savaş malzemeleri, Bu üretim mantığıyla üretilmekteydi. Amerika Birleşik Devletleri Almanların aksine zaman kaybettiren el işçiliğine değil, basit üretime önem veriyordu. Ayrıca Almanlar günümüzde hayranlıkla baktığımız teknolojiler için karışık mühendisliğe önem vermekteydi.

 

Amerika Birleşik Devletleri'nde ise tam aksine mühendislik ne kadar basitse o kadar iyiydi. Çünkü kalifiye işçi gerektirmiyordu. 


Amerika Birleşik Devletleri'nin üretimde önem verdiği diğer bir konu ise kamyonlardı. Kamyonlar neden önemliydi derseniz, hangi ülke olursa olsun kaybedilen muharebelerde ikmal sorunlarına muhakkak değiniyoruz. Amerika Birleşik Devletleri de düzenli ikmalin başarı getirdiğini çatışmaları takip ettiğinden anlamıştı. Artık Birinci Dünya Savaşı'ndaki gibi durağan siperler arası çatışmalar yaşanmıyordu. Karada ikmali sağlayacak en önemli teknoloji ise kamyonlarda.


Kamyonlar aklınıza gelebilecek her türlü savaş malzemesini ana ikmal kollarından cepheye götüren araçlardı. Yeri geldiğinde de personel taşıyıcı olarak da kullanılabiliyorlardı. Almanya 1939 yılında savaşa girerken Ikmal hatları için atlara bel bağlamıştı. Almanya'nın o dönem üretebildiği kamyon teknolojisi de yoktu. Almanlar Fransa işgalinden sonra Peugeot fabrikalarından edindikleri bilgiler ile kamyon üretimine başlamışlardı

 

Ama Almanların birçoğu araba kullanmayı bilmiyordu. Amerika Birleşik Devletleri'nde ise durum tam tersiydi. Amerikan ordusundaki birçok asker araba kullanmayı biliyor. Hatta ufak tamirler bile yapabiliyorlardı. Amerikalılar kamyonlar içinde tek model tasarlayıp seri üretime geçmeyi düşündüler

 

Ama Almanlar birçok alanda olduğu gibi çeşitli tasarımlar ürettiler. Fakat araçlar bozuldukça parça yetiştirmek sıkıntılı oluyordu. Amerikan ordusunda ise kamyonlar bozulduğunda çok basit şekilde tamir edilebiliyorlardı

 

Amerika Birleşik Devletleri'nin diğer bir önemli üretimi ise ciplerde. Çok basit bir tasarımla neredeyse 2 dakikada bir jeep fabrikadan çıkmaktaydı. Amerika Birleşik Devletleri savaşa girdiğinde 250.000 jeep bulunuyordu. Amerikan askerleri kamyonlar ya da jeepler ile cepheye taşınırken Alman ordusunun büyük çoğunluğu tren ile cepheye yakın bir bölgeye getirilip ana cepheye ise yürüyerek hareket etmekteydi. 


Amerikalıların en büyük avantajlarından biriyse Teknoloji cepheye uyum sağlamadığı zaman gerekli parçalar hemen değiştiriliyor ve seri üretime devam ediliyordu. Hatta aynı tip teknolojilerde eldeki araçlar modifiye edilerek yeni standartlara ulaşmaktaydı


Tanklar ilk olarak Afrika cephesinde kullanılmışlardı ve eksikleri hemen öne çıkmaya başlamıştı. Amerikalılar hemen M3'leri güncelleyip M4 yani üretmeye başladılar. M3 göre daha iyi bir tanktı ve M3'den daha ucuza üretilmekteydi.


Tabii burada bir hatırlatma yapmamız gerekiyor ki el-Amaney savaşında Almanlar ve İtalyanların elindeki tankların birçoğu İtalyan yapımı tanklardı. Almanlar birçok cephede aynı anda savaşırken üretimi arttırmaları gerekliydi


Ama Almanya'nın üretimi günden güne gerilemekteydi. Üstelik çok önemli bir hata daha yapılmıştı. Cepheye yeni askerler sürmek için fabrikalardaki ustalaşmış işçiler askere alınmaya başlanıp yerine köle işçiler yerleştirilmiş bu maliyeti düşürüyordu ama zaten düşmana göre yavaş olan üretim iyice yavaşlamaya başlamıştı. 1942 yılında Almanya yaklaşık 2.200, Birleşik Devletleri savaşa girdiğinde tank üretirken Amerika Birleşik Devletler, 25.000 bin tank üretmişti. Amerikalılar 68 günde bir ordu grubuna yetecek kadar tank üretmekteydi. Hatta üretim fazlalığından artanları İngilizlere ve Sovyetlere de tank yardımı yapılıyordu


Pasifikte ise Japonların hızlı ilerlemesi, Amerika Birleşik Devletleri savaş endüstrisine önemli bir darbe vurmuştu. Amerikan ordusunun en önemli ikmal gücünün kamyonlar olduğunu belirtmiştik. Bu kamyonlar hepimizin bildiği üzere tekerlekler üzerinde ilerlemekte


Amerikalıların tekerlek yapımı için kullanılan kauçukun %90'ı Pasifik'ten gelmekteydi. Ve sadece teker değil birçok alanda kullanılan plastik üretimi durma noktasına gelmişti. Amerika Birleşik Devletleri kauçuk yoktu belki ama bol miktarda petrol vardı. Hemen sentetik plastik fabrikaları kurularak bu sorun da çözülmüş oldu. Bu plastik sorunun çözümünde Amerikan şirketleri birbirine rakip olmalarına rağmen ortak çalışmalar yapmışlardı ve bu ortak çalışmalar neredeyse bütün alanlarda gerçekleşiyor



Amerikalıların düşüncesi şuydu. Ben geliştirdiğim bir konuyu diğer şirketiyle paylaşırsan diğer şirkette benim zayıf olduğum alanda bana destek çıkar. Böylece ikimiz de kazanmış oluruz


Almanya'da ise bu durum tam tersiydi. Şirketler daha iyisi için hep yarıştıklarından bu tip paylaşımlar yok denecek kadar azdı. Hatta bırakın paylaşımı şirketler düşmandan saklanıyormuşçasına gizliliğe önem vermekteydiler


 

Amerikalıların üretimdeki bir önemli kararı da işçiler üzerineydi. 1942 yılında 4 milyon erkek askere alınmıştı. Almanlar tecrübeli işçileri cepheye yollamışlar ve köle işçiler çalıştırmaya başlamıştı. Fakat Amerikalıların böyle bir şansı yoktu ama üretim bandı zihniyetinde Amerikan fabrikalarında çalışacak işçilerin, vasıflı işçiler olmasının da gereği yoktu. Bunun için kadınlar fabrikalarda çalıştırılmaya başlandı. Almanya'da kadınların doğurganlığı ön plandayken Amerika Birleşik Devletleri'nde ise üretime ortak olmaları ön plana çıkmıştı. 


1942 yılı sonunda Amerika Birleşik Devletleri'nde 3 milyon kadın fabrikalarda çalışıyordu. Amerika Birleşik Devletleri'nin en önemli bir diğer artısı ise savaş araçlarını transfer etmek üzerineydi


Pasifik'teki adalara, Avrupa'ya, Afrika'ya nereye olursa olsun savaş araçları gemiler ile taşınmaktaydı. Bu gemilere daha çok malzeme yerleştirmek önemliydi tabii ki. 


Amerikalılar buna da bir çözüm bulmuşlar özellikle tanklar, kamyonlar, jeepler gibi savaş araçları basitçe sökülüp kutulanıyordu. Böylece daha az yer kaplıyorlar ve üst üste istiflenebiliyorlardı. Transfer merkezine gelen araçlar hızlı bir şekilde montajlanıp savaşa hazır hale geliyorlardı


Amerika Birleşik Devletleri artık süper bir üretim gücü haline gelmişti. Hatta kendi ordusunun ihtiyacının çok çok üzerinde üretim yapıyordu. Savaş boyunca Sovyetler Birliği'ne toplamı 400.000 ulaşan jeep ve kamyon 12.000 tank veya zırhlı araç ve12.000 uçak gönderilmişti. Özellikle Normandiye çıkarması için yapılan hazırlıklar da Britanya tam bir askeri malzeme deposuna dönmüştü


Sonuç olarak İkinci Dünya Savaşı Amerika Birleşik Devletleri'ni askeri üretimde bir numaraya taşımıştı. Doğru tercihler, hızlı üretim çabaları, vasıflı işçi gerekliliğinin az olması, şirketleri yarıştırmak yerine ortak üretime teşvik edilmeleri ihtiyaçların iyi anlaşılması ile çeşitlilikten ziyade gerekliliğe önem verilmesi, ileri karmaşık mühendislikten ziyade, basit mühendisliğin kullanılması gibi konular Amerika Birleşik Devletleri Ordusu'nu bir anda süper güç haline getirmişti



Sonuçta bu üretimler savaşı kazandıran teknolojiler olmuştur. Savaş bittikten sonra bu üretim mantığı Askeri sanayi dışında da kullanıldığından Amerika Birleşik Devletleri ekonomisi dünyanın en önemli ekonomilerinden biri haline gelmiştir.