29 Aralık 2023 Cuma

Pers İmparatorluğu



Antik çağ Mezopotamya Devletleri'nden Asur İmparatorluğu, milattan önce 7 nci yüzyılda en güçlü dönemlerini yaşamaktaydı

Bugünkü Kuzey Irak Orjinli olan devlet tüm Mezopotamya'yı kaplar olmuş, Suriye, Batı İran ve Güneydoğu Anadolu'ya kadar genişlemişti. Genişlemeye liderlik eden ünlü Asur Kralı Asurbani Pal, topraklarına yenilerini katadursun biri milattan önce 652 Babil'de isyan etti. Isyan Doğu'daki Elam Krallığı tarafından da desteklendi. Asur lideri kardeşinin başkaldırısını etkisiz hale getirdikten sonra işbirlikçi Elam Krallığı üzerine yürüdü. 

Milattan önce 646 yılında başkent Susa ve çevresini kana bulayıp krallığı yok etti. Yok olan krallığın doğusundaki Ançan ve civarında o sıralar İrani bir toplum olan Persler yaşamaktaydı


Bu toplumun oluşumuyla ilgili farklı görüşler bulunmaktadır. Kimilerine göre Persler Hazar Denizi'nin doğusundan önce Zahros Dağları'nın batısına geçmeye çalışmış, baskı görünce Angen civarına gelmişti

Kimine göreyse elamların zayıflamasıyla İrani Göçer Topluluklar bu bölgeye yerleşmiş ve Elamlılarla kaynaşarak yeni bir toplum oluşturmuştu. Persler Asurluların bölgeyi almasının ardından yerel krallık kimliklerini güçlendirip Asur Devleti'ne yakınlaştılar

Elamın yıkılışı, daha kuzeyde Ekvatana bölgesinde yaşayan ve gelişmekte olan perslerin akrabaları Medler için de bir fırsat oldu. Oluşan boşluğu dolduran metler, kısa süre sonra Babellilerin Asur Krallığı'na karşı olan başkaldırılarını desteklediler

Bu girişim Asur şehirlerinin yok olmasına ve Asur İmparatorluğu'nun yıkılmasına yol açtı. Çöküş sonrası Babil ve Met Krallıkları boşta kalan toprakları paylaştılar. 


O sıralarda zayıf yapılı bir boy konfederasyonu olmaktan öteye gidemeyen Met Krallığı, sınırlarını Doğu İran'dan Kızılırmak Nehri'ne kadar uzattı. Bu geniş hakimiyet alanı Persia'daki Aha Memiş Hanedanı'nı da kapsar bir durumdaydı

Ağışan Kralları olan Ahmediş Hanedanı özellikle milattan önce 559 da başa geçen ikinci Kiros döneminde giderek güçlendi. Persleri birleştiren kiros elem sahasına da yayılarak Med ülkesi içinde giderek popülerleşti

Bu popülerleşme medya merkezine bir alternatif olma durumu yaratınca doğal olarak net kralı Asdiegez Perslerin üzerine sefere çıkmaya karar verdi. Birkaç yıl süren savaşların neticesinde Astiagez, ordusunun ihanetine uğradı. Ve esir alınarak ikinci kirosa teslim edildi

Anne tarafından dedesi olduğu iddia edilen Astege'si böylece alt eden Kiros, başkent Ekvatan'a girerek metlerin tüm mirasına sahip oldu. Ve böylece hanedanının yönettiği Pers İmparatorluğu ortaya çıkmış oldu


Tarihçilerin büyük unvanını verdiği Kirros, yeni kurduğu siyasi yapısının ilk hedeflerinden birisini Anadolu'yu ele geçirmek olarak belirledi. Anadolu, Doğu ve Batı ticareti arasındaki köprüydü. Ve ticaretle zenginleşmiş önemli şehirlere sahipti

Lidya Kralı ve Kiros arasında milattan önce 540'lı yıllarda geçen savaşların kazananı Persler olurken, Lidya Krallığı tarihe karıştı. Batı Anadolu'daki İyon şehir devletleri de kısa süre sonra imparatorluğa bağlandılar

Kiros'un sıradaki hedefi Lidyalılarla ittifak yapmış olan yeni Babil Krallığı oldu. Daha önce de Susan'ın alınmasından doğan düşmanlık metlerin yıkılmasından sonra büyümüş, Lidyalıların çöküşüyle tepe noktasına ulaşmıştı


Aradaki husumet giderek artınca Kiros, milattan önce 539'da Babil üzerine yürüdü. Dicle üzerindeki o pistte Babil Kralı Nabu Nidus'la karşılaşıp onu yendi. Babil'e gidip kendisini yeni Babil Krallığı'nın mirasçısı olarak ilan etti

dini kurumlara ve sivil yönetime dokunmadı. Halka karşı müsamahalı ve adil olmaya çalıştı. Hatta zamanında Babil Kralı Ekinci Nebukadnezar tarafından Mezopotamya'ya sürülen Yahudilerin Filistin'deki topraklarına dönmesine izin verdi

Pers liderinin buna benzer tutumları Babil Krallığı'ndan kendisine geçen topraklarda kabullenilmesini kolaylaştırdı. Büyük Fatih'in sıradaki seferlerinin yönü Doğu oldu


ülkenin doğusundaki savaşçı kavimleri boyunduruğuna alma niyetindeydi. Çıktığı sefer neticesinde kadusya, Hirkania, Derbicia, Arya, Korasmiya, baktirya, Margiana, 
Gandara, Satagdiya, Arakose ve Drangena'yı ele geçirerek imparatorluğu sınırlarını Orta Asya kadar genişletti. Ceyhun Nehri ötesinde yaşayan İskitler'in bir kolu olduğu düşünülen Masaget'lilerin imparatorluk topraklarına saldırması üzerine yeni bir sefere çıktı. 


Nehri geçti fakat Masagetler'in kraliçesi Tomris Hatun'un önderliğindeki orduya yenildi. Ve milattan önce 530'da hayatını kaybetti. Yerine geçen oğlu ikinci kamp birses, babasının politikasını devam ettirdi


Sıradaki hedef Mısır'dı. Kral derhal bir donanma kurulmasını emretti. Milattan önce 526'da çıkılan seferde Sina'yı geçen Pers Kralı Mısır Firavunu üçüncü Sametikos'u yenilgiye uğratarak başkent Menfis'e girdi. Ve Mısır'ı ülkesinin parçası yaptı

Mısır'ın ele geçirilmesinden sonra tüm eski dünya ilk defa tek bir imparator idaresi altına girmiş oluyordu. Kambises milattan önce 522'de Mısır'da olduğu sıra kendisinin kralın kardeşi olduğunu iddia eden bir kahin, Persia da kendisini kral ilan etti. Bunu öğrenen birses, babasının kurduğu pasargada dönmek üzereyken yolda bir anda ölüverdi. Ve ülke büyük bir kaosa sürüklendi


Bu kargaşada mensup Arsames bir şekilde sivrilip birinci olarak başa geçti. Tahta geçmişti geçmesine ama otorite eksikliğinden ülkenin dört bir yanında isyanlar çıkmıştı. Buna ek olarak mevki ve iktidar çekişmelerinin persoyluları arasındaki düşmanlıkları kışkırtmaları 
yeni kurulan imparatorluğu çözülmenin eşiğine getirdi. Her şeye sıfırdan başlayan yeni kral 17 savaş üst üste kazanarak isyan eden tüm kavimleri sert bir şekilde cezalandırıp sedeflerinin kendisine bıraktığı siyasi yapıyı başarıyla korudu.

Ülkedeki merkezi yönetimi kuvvetlendirmek için satratlık denilen valilik sistemini var olan yapı üzerinden yenileyip verimli bir hale getirdi. Elan ve Medler'den intikal eden bürokratik işleyişi daha da profesyonelleştirdi.


Ülkesi içindeki ulaşımı ve ticareti geliştirmek için Susa'dan Sardis'e uzanan kral yolunu inşa ettirdi. Aynı zamanda bu ve benzeri yollar imparatorluğunun uzak noktalarına gücün ulaştırmasında büyük katkı sağladı.

Askeri anlamda çok uluslu olan ordusunu disipline etti. Vergi sistemini sağlam temellere oturttu. Ülkesindeki farklı milletlerin geleneklerini, yerel yönetimlerle entegre edip, imparatorluğa olan bağlılığı arttırdı.

Imparatorluğu adeta yeniden kuran Kral, içteki meseleleri halledince fetih hareketlerine girişti. Asya derinliklerinde İskitlere karşı savaştı. Zaferler kazandı. Hatta bir ara İskit Kralını dahi esir almayı başardı.


Yine benzer dönemlerde Hindistan seferine çıktı. Pence'a girip Ganj Nehri'ne dek akıllar yaptı. İndus havzasını kendi ekonomik alana dahil ederek Hint Diyarı'ndan akan parayı kendi kontrolüne aldı. Karadeniz'in kuzeyindeki İskitler sürekli ülkesine saldırdığı için onların üzerine yürüdü.

Milattan önce 512 ,513 İstanbul Boğazı'ndan geçip Tuna Nehri'ne vardı. Ve buradan İskit diyarını işgale başladı. İskit ordusunun peşinden Karadeniz'in kuzeyine kadar meşakkatli bir sefer süreci yaşayan Kral tam olarak istediğini alamasa da pek çok yerleşimi ele geçirdi. Ve eskitleri bir süre problem olmaktan çıkardı. Geri dönerken de Trakya ve Makedonya'yı almaları için komutanlarına emir verdi.



Buraların alınması Yunan şehir devletleriyle savaşın eşiğine gelindiğini göstermekteydi. Tabii boğazlarda kurulan hakimiyet iyon şehir devletlerinin ekonomik darboğaza girmesine de yol açacaktı. Ilerleyen dönemlerde sınırlarını genişleten büyük Darius adeta tüm dünyayı yönetir olmuş 
ve şimdiden bin yıllarca sonrasında dahi anılacak bir hükümdar olmayı başarmıştı. Bu denli güçlü olmasına rağmen ülkesinin genişliği, yönetim zaafları doğurabiliyordu. Ekonomik anlamda sıkışan ve başarısız siyasi girişimlerde bulunan Milestiran milattan önce 499 yılında isyan etti. Ve tüm İyon şehirlerini bu isyana dahil etti. Atina'nın da desteğiyle büyüyen isyan, kanlı savaşlardan sonra ancak milattan önce 493 bastırılabildi
Uzun süredir Yunan devletçiklerini ele geçirmek isteyen Atinalıların isyana yardımına sebep gösterip komutanlarını milattan önce 490 Yunanistan seferine gönderdi. 


Fakat yenilmez olarak görülen ordusu maraton muharebesinde yenilir 
bölgedeki Pers etkisi biraz olsun azaldı. Darius Yunan meselesini sonraya bırakıp dikkatini başka işlere yönelttiği sırada milattan önce 486  vefat etti
ölen kralın oğlu ve varisi kısa kısa Mısır'da devam eden ve Babil'de çıkan isyanlara öncelik verip bunları bastırdı. Sonrasında Anadolu'ya gelip milattan önce 480 Yunan devletlerine karşı hem karadan hem de denizden bir harekata girişti.

Çanakkale Boğazı'nı geçip kara yoluyla Atina'ya girdi. Fakat denizde aldığı salemisin ilgisi ilerlemesini riske soktu. Babil'de çıkan ikinci bir isyanın haberini alınca da komutanlarını bırakıp apar topar geri dönmek zorunda kaldı. Çünkü Babil, imparatorluk için hayati bir öneme sahipti.


Kral Babilileri sert bir şekilde cezalandırarak isyanı bastırdı. Aynı başarıyı orduları gösteremedi. Yunanlılara yenilen Persler, önce Avrupa'da hakimiyetlerini kaybetti
ardından 477 de kurulan Delos Deniz Birliği'nin saldırılarıyla Batı Anadolu'daki güçlerini yitirdiler. Bu savaşlar olurken Persia'da bulunan milattan önce 465 de öldü. Ve yerine oğullarından Artur Kısakses geçti.

Uzun hüküm yılları kargaşayla geçen artık milattan önce 450'li yıllarda Atina'nın başını çektiği Atik Delos Birliği'nin Akdeniz akınlarıyla uğraştı. Persleri Batı Anadolu'dan çıkaran birlik, ekonomik kayıplarını telafi etmek adına Akdeniz'e açıldı.

Kıbrıs ve Mısır'a kadar akınlar yapıp buradaki valileri Pers merkezi Susa'ya karşı kışkırttı. Çıkan isyanlar zor olsa da Pers orduları tarafından bastırıldı. Isyanlardan sonra persler kuzeybatı topraklarındaki haklarından vazgeçerek Yunanlılarla barış yaptılar, buna rağmen Kral Yunan şehir devletleri içindeki çekişmeyi bildiğinden Sparta ile dirsek temasına girdi. Ve onları maddi olarak destekledi. Çok geçmeden her şey perslerin hesapladığı gibi gelişti.


Atina ve Sparta, milattan önce 431'de birbirine girince savaş başladı. Savaşların başlamasından 4,5 yıl sonra artık sertes öldü. Ölümüyle oğulları taht kavgasına girişti.

Ikinci kısakses ve art arda gelen kısa saltanatından sonra artık gayrimeşru oğullarından biri ikinci olarak milattan önce 423 başa geçti. Darius uzun süre Kuzey ve Doğu'dan gelen istila hareketleriyle ve iç siyasetteki durumu muhafaza etmekle uğraştı.

Yunanlar uzun süren savaşlarda birbirlerini yıpratınca oğlunu Batı Anadolu'ya yollayıp İyon kentlerini eskisi gibi kendisine bağlamayı bildi. Ve milattan önce 404 öldü, ardılı olan ikinci artık sertse, ilk yıllarında kardeşiyle mücadele ederken önemli eyaletlerden Mısır'ı çıkan bir isyan sonucunda kaybetti. Bu kaybın ardından Filistin ve Suriye'yi de kaybetmemek için sıkı tedbirler aldı.


Anadolu tarafında ise işler eskiye nazaran daha kolay gitti. Yunanlıların aralarındaki kavgaları kullanan Persler, Anadolu'da daha sağlam bir otorite kurdular. Uzun süre Pers tahttında kalan ikinci artık Mısır'ı zor da olsa geri almayı başardı
Ataları ikinci Kiros, ikinci Kambises ve Birinci Darius gibi şöhret kazandı. Despotça bir yönetimle de olsa imparatorluğunun azametini belli bir süre daha devam ettirdi. Fakat her şeye rağmen  isyanların ardı arkası kesilmedi.

Asya'daki İskitler, İnduz Havzası'ndaki Hintler artık Perslerin sözünü dinlemez oldu. Dicle Nehri'nin batısındaki topluluklar yavaş yavaş Pers etkisini kırdı. Artık sertes milattan önce 338 ailesiyle beraber katledilince Başar dördüncü Arta Serhas geçti

Onun krallığına karşı çıkan Artasan'da iç savaş başlattı. Ve 2 yıl sonra üçüncü Darius olarak tahta oturdu. Persler iç kargaşalarla giderek güçten düşe dursun, Makedonya Krallığı'nda tahta üçüncü Alexander geçti.

Onun tahta oturmasıyla pek çok şeyin değişeceğini, o tarihlerde hiç kimse tahmin dahi edemezdi. Alexand'dı. Yani İskender'in babası Kral ikinci Fili
başarılı bir kariyer sonrası Yunan şehir devletlerinden oluşan Kolintos birliğini kurmuştu. Bu birliğin ve Makedonya Krallığı'nın amacı Perslilere karşı tek bir komutan liderliğinde savaşmaktı. Bu liderlik Philip'e nasip olmasa da yerini alan oğlu İskendere nasip olacaktı

Milattan önce 334 Doğu seferine başlayan İskender, boğazı geçip Granikos Muharebesi'nde persleri yendi. Akabinde Anadolu içlerine ilerleyip pek çok bölge ve kenti ele geçirdi.

Başlangıçta hedef Anadolu'yu Persler'den temizlemekti. Ama İskender hedefini büyüttü. Güneye yöneldi. Bu esnada üçüncü Darius boş durmamış, büyük bir ordu toplamıştı. Kısaca belirtmek gerekir ki bugünkü yaygın kanının aksine
Aha Memiş Devleti zannedildiği kadar güçsüz ve aciz değildi. Hala pek çok kurumu sağlıklı ve verimli bir şekilde çalışmaktaydı. Hazırlığını yapan Darius, İsos'ta İskender'in karşısına çıktı. Fakat yenilgiden kurtulamadı.

O tekrar güç toplamak için devletin kalbine çekilirken İskender'de Doğu Akdeniz sahillerini ele geçirdi. Ve sonrasında Mısır'a girdi. İskender'in üzerine gelme konusunda kararlı olduğunu bilen üçüncü Darios yeni bir ordu hazırladı.

Bu sefer taraflar milattan önce 331 Gavgamela'da çarpıştı. Ve tarihin akışını değiştiren olaylardan biri olan Bu Cengi yine İskender kazandı. Sonrasında Darius toparlanamadı. Ve sürekli çekildi.

Iskender ise kendini Asya Kralı ilan ederek Babil'e girdi. Burayı yeni merkez yapıp sırasıyla Susa, başkent Persapolis, Pasargat ve Ekvatana'yı ele geçirdi. Son bir çare Doğu'daki güçlerini birleştirmeye çalışan üçüncü Darius Bakteriye safra tarafından öldürüldü. Besüs kendini 5nci olarak kral ilan etse de kısa süre sonra İskender tarafından yakalanıp öldürüldü. Nihayetinde koca imparatorluk, İskender tarafından fethedilmiş ve yıkılmış oldu
Ayrıca devlet yönetimini büyük oranda tatbik ettiği için pek çok tarihçiye göre son Persli Büyük İskender'di.



24 Aralık 2023 Pazar

Samurayların Savaşı - Onin Savaşı 1467-77 - Sengoku Dönemi


Samurayların yükselişi eski Japonya'da halk, bol miktarda çeltik üretimi ve tüketim fazlası ürünlerin ticari olarak kıymet kazanması neticesinde toplumsal katmanlara bölündü. Bu katmanlaşma doğal olarak zengin ve fakir aileler ortaya çıkardı


Bir lider tarafından yönetilmeye başlayan kan bağıyla bağlı insanlardan ve düşük sınıf savaşçılardan oluşan zengin ailelere Uji denilmekteydi. Kılan, kabile ya da ufak beylikler şeklinde adlandırabildiğimiz ujiler, yüzyıllar boyunca birbirleriyle savaştılar


En nihayetinde aralarından birisi giderek güçlendi. Yamato kılanı milattan sonra 400  diğerleriyle giriştiği mücadeleyi kazanıp merkezi bir siyasi yapı kurmak için kolları sıvadı


Bugünkü Japon imparatorlarının ataları olan ailenin başındaki liderler meşruiyet kazanmak için kendi soylarını tanrılara dayandırmayı ihmal etmediler. Efsanelere göre Güneş Tanrıçası, bereketli pirinç tarlaları diyarını yönetmesi için göklerden torununu yollamıştı


Yamato liderleri yeryüzüne gönderilen bu Tanrı kaynaklı varlığın soyundan geliyordu. Çin'deki tek hanedanını örnek alarak merkezi bir yapı kuran Yamato İmparatorları

ujilerin direnmesine rağmen 7nci  yüzyılda kuvvetlenerek etkisini ve etkisini bugünkü Japonya'nın büyük bir bölümüne yaydı. Yeni sistemle Yamato liderleri hem toprağın hem de insanların tek sahibi ve efendisi oldu



Kiyotada oturan ve belli bir süre sonra giderek halktan izole olmaya başlayan imparator ülke içinde söz hakkını kaybederken imparatordan aldığı yetkiyle tarım arazilerini yöneten feodal lordlar ya da toprak ağları olarak düşünebileceğimiz daim yollar askeri açıdan güç kazandı


8-9 yüzyıllarda ülke siyasetinde daha fazla söz sahibi olan kendilerini ve topraklarını savunmak için etraflarında savaşçı toplamaya başladılar. Bu toplanan savaşçılar Japon kültürü ve tarihi denilince akla gelen ilk kavramlardan olan samuraylığın temelini oluşturdu. 1uncu yüzyılda ilk kez evraklarda yer alan samuray tabiri başta imparatora hizmet eden savaşçılar için kullanılırken Derebeylerin etrafında topladığı savaşçılar için de kullanılmaya başlandı. Ülkedeki dini, siyasi ve toplumsal eğilimlerin neticesinde savaş kültürünün yükselmesiyle, toplumsal zümreye dönüşen samuraylara verilen değerde giderek arttı


Oluşan samuray ailelerinin ve topluluklarının bir kısmı eski Japon beylerinin soyundan gelirken kimileri de savaş meydanlarında kendini ispat edip bu seviyeye ulaşmış savaşçılardan oluşuyordu



11 nci yüzyıla geldiğimizde Japonya siyasetine imparatora bağlılık yemini etmiş bu samuray aileleri yön veriyordu.
Fujivara ve güç olarak onu takip eden Taira ve Minamoto aileleri belirtilen dönemin en popüler ve kuvvetli ailelerini teşkil etti


Sarayın bu toprak sahiplerini ve onlara sadakatle bağlı samurayları görmezlikten gelişi, taşrada huzursuzluğa sebep olunca da merkeze karşı büyük isyanlar baş gösterdi. Ülke yönetimini ele geçirmek adına girişilen bu isyan Büyük Samuray aileleri olan ve merkezi şekillendi. 1156 Hogen ve 1159  Heyca ayaklanmaları, Fujivara ve Mina Moto kılanlarının katledilmesiyle sonuçlandı yönetimi ele alan Tahiran Okio Mori, büyük bir hata yapıp, Minamoto'nun iki oğlunun hayatını bağışladı. Bu iki kardeş İZO bölgesine çekilerek 20 yıl boyunca güç topladı. Doğudaki dere beyleri de kendilerine bağlayarak 1180 yılında ayaklandı

 

1180, 1185 arasında Tahira ve Minamato kılanı arasında geçen Genpei Savaşı, samuraylar için bir mihenk taşı oldu. Bu savaşta yaşanan olaylar, yapılan ritüeller, uygulanan savaş stratejileri, Kullanılan silahlar, giyilen zırhlar, savaşçıların efendilerine bağlılığı, cesaret göstergeleri, sanat anlayışı, edilen yeminler, yapılan ve daha pek çok şey samuray felsefesinin ve geleneğinin oluşmasına yol açtı


Savaş sonrası yok edip yönetimi ele alan başkente girip 1192 yılında imparatordan şov'un unvanını aldı. Imparatorluğa karşı ayaklanmaları bastırmaları için Samuray liderlerine geçici olarak verilen bu unvanla askeri bir samuray rejimi kurmuş oldu. Bu yönetime Mina Moto şovgunluğu ya da fiili merkez kamu kura olduğu için kamu kura Bafu denilmiştir


Jori Tomo geçici olan şovgunluk unvanını kalıcı hale getirmek ve bu yetkiyi kendisinden sonra oğluna bırakabilmek adına ilgili düzenlemeleri yaparak askeri diktatörlüğünü babadan oğula devredilen bir geleneğe dönüştürmeyi başardı



Böylece İmparator Tanrı sağlığını korusa da, din adamı pozisyonuna itilirken Japonya'da 700 yıl kadar sürecek olan feodal çağa başladı. Yolitomo'nun ölümünün ardından oğulları olsalar da 
bu sefer kamu kuradaki hükümeti istediği gibi yönlendiren ortaya çıktı. Hocolar minamatolara ait olduğunu kabul ettikleri şovun unvanını kullanmayıp yerine pozisyonunu oluşturarak ülkeye hükmetmeye başladılar


Samuray kültürünün şekillenmesindeki ikinci dönüm noktası hocaların iktidar yıllarına denk gelmiştir. Sekizinci şık gen hoca oki mune, bir gün Çin'deki Moğol lideri Kubilay'dan mektup aldı


Bu mektup Moğol istilasının Japonya sınırlarına dayandığının bir habercisiydi. Tarihler 1274 gösterdiğinde Moğollar güneşin doğduğu Samuray Adası'nı istila için ilk girişimlerini başlattılar. Güney Adaları'na yapılan istila girişimini


1281 yılında bir ikincisi takip etti. Samurayların başarısıyla ve doğa koşullarının yardımıyla Moğol istilasının önüne geçildi. Samuraylara yardım eden fırtına kamikaze ise Japon kültüründe tanrıların rüzgarı olarak anıldı


Gempey Savaşı'nda yaşananlar nasıl samurayların temellerini oluşturduysa Moğol istilası da bu pantiona eklentiler yaparak daha da belirginleşip önem kazanmasına yol açtı. İç İsyanlarla ve güvendikleri kılanların ihanetleriyle zayıflayan aile üyeleri 1333 toplu olarak kendi soylarına son verdiler. Iç savaşın devamında bu sefer Aşika Samuray ailesi sivrilmeye başladı. Iki tahtın savaşında kuzeydeki imparatoru kontrol eden Aşika Klanı

güneydeki imparatora karşı galip gelip idareyi tamamen ele geçirdi. Ve Aşika şovgunluğunu kurdu. Fakat bu şorgunluğun yönetimi minamatolarınki kadar etkili olamadı


Ülkede çok fazla samuray ailesi ve daimio mevcuttu. Hepsi de haddinden fazla zenginleşen bu taşrabeylikleri sürekli isyan ediyor ve aralarında savaşıyordu. Samuraylığın giderek yükseldiği bu istikrarsız dönem içerisinde merkezi otoritesi yok oldu


Samuray ailelerini tek bir merkezden yönetme ve birleştirme olanağı imkansız bir noktaya geldi. 15 inci yüzyıla gelindiğindeyse Japonya siyasi hayatı, Samuray ailelerinin çekişmelerinden ibaret bir hal aldı


üstüne yıkım gücü yüksek iki isyanları baş gösterdi. Ikiler çoğuna hizmet etmeyen düşük seviyeli samurayların birbirlerini korumak için oluşturduğu topluluklardı. Bu topluluklarda fakirleşen köylü çiftçilerden oluşan ve en alt rütbeli samurayları olan birlikleri bulunurdu. Bu samuray sınıfının giderek artması ve dayım yuvaların bu birliklere ordularında yer vermesi hali hazırda devam eden çatışmalarda tarafların güçlerini daha da arttırdı


1467 gelindiğinde iyice harlanan ateş, kontrolden çıktı. Ve alevler şovgunluğun zirvesini sardı. Onin savaşı 1443 Şovgunluk makamına gelen Aşika Gaşhima kendisinden sonra gelecek olan kişi olarak kardeşi Yuşhi'yi seçmişti. Fakat sonraki yıllarda bir oğlu oldu. Bu doğumla beraber Yeşimasa, varisi olarak oğlunu seçmeye karar verdi


Bu karar değişikliği bir anda veraset anlaşmazlığına dönüştü. Hükümet danışmanı olan Hosokova klanından şovgunun kardeşini başta görmek isterken güçlü daim yollardan Yamaha Souzen Şovgu'nun ufak oğlunu destekledi


Iki amacı seçtikleri kukla liderlerin ardından ülkeyi bizzat yönetebilmekti. Her iki kılan da müttefikleriyle beraber savaş için güç toplarken bir yandan da başkent keyota yakınlarına adamlarını yerleştirdiler. Etraftaki tepelerde ve tapınaklarda kamplar kuran Hasım Kuvvetler toplayacak, kıyamette avantaj sağlamak için kentin sokaklarına dağıldılar. Ellerinde mızraklarıyla birbirine gözdağı veren samurayları arasındaki ilk sürtüşme kentteki konağının yakılması oldu. Ve böylece 10 yıl sürecek olan savaşı 1467  Mart'ında başladı. Taraflar aylarca şehir sokaklarında savaşırken başkentteki yüzlerce tarihi yapı ve konut harabeye döndü


Batı ordusu kentin güney ve batısına hakimken Doğu ordusu da geri kalan kısımda sıkışıp kaldı. Imparatoru ve şovgunu ele geçirerek Souzen'i hain ilan ettirdi


Batı ordusunda savaşan samuraylar için onur kırıcı bir durumdu. Ama Souza'nın durumu toparlayıp askerlerinin dağılmasını engelledi. Kılıç, ok ve mızrak kullanan samuraylar, başkent ve etrafında gerçekleşen muharebelerde üç Tür çatışma modeli üzerinden harp ettiler pusuya düşürme, kundaklama ve parça parça gerçekleşen yakın dövüş sekansları. Bunların yanında şehirdeki binalar yıkılarak eski tip atlı okçularında muharebeye müdahil olması sağlandı


Külto küle dönerken ülkenin dört bir yanından gelen on binden fazla asker, köşe başlarında can verdi. Sene sonuna doğru taraflar, sokak çatışmalarına uzun bir süre ara verdiler, başkentteki çatışma dursa da dayım yolların vatsaları arasındaki çatışmalar ve siyasi hamleler duraksız devam etti. Yıl 1469  olduğunda şovun, Posoka'ların desteğiyle oğlunu resmi varis olarak atarken kardeşi mi de Yamanalar'a sığındı


Bu garip ve kafa karıştıran bir taraf değişimiydi. Kılanlar savaşın başında iktidara gelmesine karşı geldikleri adamları hiçbir şey olmamış gibi takas etmişlerdi. Fakat bu savaşın tansiyonunu zerre düşürmedi


Işte o an savaşın bir veraset savaşı değil, samuray kılanlarının kişisel hesaplaşması olduğu net bir şekilde anlaşıldı. Büyük can kayıplarına rağmen çıkmaza giren savaşın devamı için taraflar daha da militarize oldu. Ve kırsaldaki unsurları da hengamenin içine çekti


Yağmaların, kanunsuzluğun kronik hale dönüştüğü kaos ortamı bir noktada onun savaşından bağımsız olarak yerel davalara dönüştü. 1473  hem Katsu Moto, hem de SOZEN ölmesine rağmen masalları bu anlamsız savaşı daha da şiddetlendirdi


Doğrusu kimsenin savaşı kazandığı da yoktu. Hizipleşen grupların yaptıkları tek şey, sosyal düzenin bozulduğu bu atmosferde karşı tarafın sayısını biraz daha azaltmakta çatışmaların bitmesi, civarındaki savaşçıların bu bölgeyi terk ederek eyaletlerine çekilmesi neticesinde gerçekleşti. Son olarak Yamana Sancaktarlarından bir bölümünü yaktı. Ve Aralık 1477 bölgeyi terk etti


Böylece Onin savaşı bitmiş oldu. Şehir yanarken şogun ise artık her şeyden elini eteğini çekmiş bir vaziyette şiirler okuyor ve yaptıracağı gümüş kulenin planlarını gözden geçiriyordu


Aslında savaş bitmemiş, sadece mekan ve form değiştirmişti. Civarında başlayan ve şimdi de oradan uzaklaşan Savaş, taşraya ve Japonya'nın tamamına yayıldı. Şiddet ve yıkımdan hiçbir yerleşke kaçamadı


Sonuç olarak Onin Savaşı'yla büyük askeri değişiklikleri de bünyesinde barındıracak ve 100 yıldan fazla sürecek savaşan kılanlar dönemi. Yani Sengog Giday başladı.


17 Aralık 2023 Pazar

CANNAE || Hannibal Barca

 




Roma'yı dize getirmek için Alp Dağları'nı geçen ve Trebyya muharebelerini kazandıktan sonra Apenin'leri Arna bataklıkları üzerinden aştı. Sonrasında Trezemene Gölü kenarında kıstırdığı ordusunu antik çağın en büyük pusularından biriyle yok etmeyi başardı

Bu muharebeden sonra Roma'ya yürümeyip güneye indi. Ve pek çok bölgeyi yağmaladı. Roma'nın savaşı bitirmek için görevlendirdiği diktatör Fabios Maximus'un kampanyadaki Ager Falarnus Vadisi'nde kendisine kurduğu pusuyu ustaca savuşturdu.

Zafer üzerine zafer kazanan ordusuyla doğuya çekildi. Amacı, gücünü toparlayıp Roma'ya daha sert bir yumruk indirmekti

Roma'nın en büyük ordusu Hannibal Romalıları aşağılamasının ardından milattan önce 217 yılında büyük bir kısmı apulya ve kampanya bölgelerindeki gerilla savaşlarıyla geçti. Aynı yılın yaz aylarında Fabious bir dini tören için Roma şehrine gidince komuta yetkisi ordudaki ikinci adam olan geçti oyalama taktiğini en baştan karşı olan general, bu aralığı bir fırsat olarak görüp bulunan kartaca ordusunun bir kısmına saldırdı. Bu ufak muharebedeki kazancını büyüterek merkeze rapor etmesi üzerine sevince boğulan senato minisu eşit bir ordu komutanı ilan etti. Tabiri caizse gaza gelen yanında olduğu halde topyekun savaşa girmek için hareket etti.

Fakat komutanların stratejilerinin farklı olmasından kaynaklanan iki başlılığı gören Hannibal heyecanından da yararlanarak Romalılara bir tuzak kurdu. Ve onları Geronium Muharebesi'nde mağlup etti. Bu yenilgi sonrası minisyus'un rütbesi düşürülürken Fabious Maximmus görev süresinin sonu olan milattan önce 217 yılının Aralık ayında görevinden alındı. Senato'nun yeni yılla beraber Kartacılıları durdurmak için başka adamlar seçmesi gerekiyordu


Roma, önceki muharebelerde deneyimli askerlerinin çoğunu kaybetmişti. Ve kayıplarının yerini bir şekilde doldurmalıydı. Bu yüzden milattan önce 216 baharında özverili bir çalışmayla Kartacalıların üzerine yollayıcı lejyonların ve müttefik alaylarının sayısını hızlıca arttırdı

Askerlik yaşını 16  dek çekip lejyon mevcutlarını şişirebildiği kadar şişirdi. Ve o güne dek hazırlamış olduğu en büyük orduyu kurdu. Roma belli ki Kartacalıları sayı üstünlüğüyle ezmek istiyordu

Fakat gözden kaçan şey toplanan askerlerin TOY ve acemi olmalarıydı. Fabios'un lejyonları hariç oluşturulan tüm birlikler talimleri eksik, acemi yerlerden kuruluydu. Buna rağmen Senato, kalabalık ordunun sonucu getireceğine canı gönülden inandı


Kurulan devasa ordunun başına da deneyimli ve zafer görmüş ile pleplikten yükselmiş siyasetçi olarak getirildi. Savaş için yapılan tüm hazırlıklar bitince, 
iki general emirleri altında on binlerce asker olmasının verdiği özgüvenle taraflarındaki Kartacalıların üzerine yürüdü. Adını yücelten zaferler kazanan HanniBal, galibiyetlere rağmen zannedildiği kadar iyi bir durumda değildi

Ne olursa olsun o ve ordusu düşman topraklarında bulunuyorlardı. Bu da ister istemez ordunun kendini yenilemesi ve takviye alması konusunda sayısız sıkıntıya yol açmaktaydı. Üstüne Kartacalıların bulunduğu bölgede yaz ayı kurak geçmiş yağmalanacak erzak miktarı çok azalmıştı. Erzak sıkıntısına bağlı bir isyanı engellemek isteyen ve Romalıları acemi askerlerini eğitemeden meydan muharebesine çekmeyi arzulayan HanniBal, güneye indi


Süvarilerini yollayarak kanai şehri yakınlarındaki Roma erzak deposu olan kanüsyumu yağmaladı. Bu hamleyle hannibal kendi hamlesine artı yazdırırken Romalıları da savaşa zorlamış oldu. Muharebenin ayak sesleri yaklaştıkça iki taraf içinde gerilim giderek arttı

Özellikle kartacalılar, kalabalık Roma ordusunu görünce bir an için ümitsizliğe düşmüşlerdi. Ümitsizliğin hüküm sürdüğü anlarda orduyu bulunduğu durumdan çıkartan yine kartacalı hannibal oldu

Hannibalın tavırları ve şimdiye kadar kazandığı muharebeler romanın tarihi boyunca oluşturduğu en kalabalık orduya karşı bile Kartacalı askerlere bir ilham ve motivasyon kaynağı oluyordu

Vahşetin adı Cannae. Iki ordu Cannae şehrinin hemen kuzeybatısından akan Aufidus Nehri'nin kenarında muharebe tutuşmak için hazırlandılar


Temmuz ayının sonuna tekabül eden birkaç günde yapılan ufak tefek çatışmaların ardından iki Ağustos'a gelindiğinde orduların son konumları şu şekildeydi. Roma ordusu iki kampa bölünmüştü 
ana kamp komutasında nehrin sol kıyısındayken diğer kamp nehrin sağında Varro önderliğinde bekleme halindeydi. Hannibal'ın kampı ise nehrin solunda bir tepede bulunuyordu. Hannibal nehrin yukarı kısmına kendi geçerken suyun ağız kısmını Romalılara bırakmıştı

Bunun sebebi denize doğru esen libesu rüzgarlarıydı. Böylece hannibal düşmanını toza karşı mevzi aldırarak görüş mesafesini düşürmeyi planlamıştı. Nehrin solu sağına göre çok daha geniş bir alandı ve bu kartacaların üstün süvari gücünü daha kullanışlı bir hale getiriyordu. Sağ taraf ise büyük bir savaş alanı olabilmek için epey dardı. Bulunduğu tepelerden nehre kadar olan mesafe iki buçuk kilometre kadardı

bu dar alan Kartacalı süvarilerin manevra alanını kısıtlayabilirdi. Önceki muharebelerde karşı tarafın süvarilerinden çok çeken Romalılar ve o günün başkomutanı olan Varro çarpışmanın cereyan edeceği nokta olarak nehrin sağ yakasını belirleyip tüm Roma ordusunu bu tarafa geçirdi

Düşmanının bu tarafta sıralandığını gören hannibal da her türlü tedbiri alıp nehri geçti. Ve Romalıların karşısında düzen aldı. Roma merkezi üç hat halinde dizilmiş 55.000 ağır piyadeden müteşekkildi

ön tarafta da 15.000 kadar menzilli hafif piyade vardı. Çok kalabalık olan merkez birlikleri, alan dar olduğu için birbirlerine her zamankinden daha yakın sıralanmışlardı. Tabii cephe kısaldığı için derinlikte bir hayli artmıştı derinliğin fazla olması, Kartacalı süvarilerin yandan saldırılarına karşı bir tedbir olarak iyi düşünülmüş olsa bile lejyonerlerin bu denli sıkışık pozisyonda düzen almaları esneklik ve manevra kabiliyetlerini düşürmekteydi. 

Nehrin kıyısındaki Roma yurttaşlarından oluşan 2400  kişilik süvari kanadını, konsül Paulus, sol kanattaki 3600 kişilik müttefik süvari kanadını ise konsülvaro yönetecekti. Ana karargahı koruyan 10.000 kadar askeri de hesaba katınca Roma ordusunun yekunu 86.000 bin kadar yapıyordu. Paulus ve Varro'nun planı, süvarilerin kanatlarda sağlam durarak rakip süvarileri durdurması ve sıkı bir yumruk haline getirilen merkez birliklerinin merkezden yarıp dağıtması üzerine kuruluydu. 

Hannibal'ın ordusu ise savaş meydanına şu şekilde dizilmişti. Merkezde 20.000 ve 5.000 Uberli piyade dışbükey bir şekilde ve tek hat olarak sıralanmıştı. Bu hattın
iki ucuna rakibin ilk bakışta göremeyeceği şekilde 10.000 Kartacalı eşit olarak dağıtılmıştı. Ön tarafta ise toplam 5.000 kısa mızraklı hafif bir yerde ve bale adalı Sapanca'lar mevcuttu

önceki savaşlarda ölen Romalıların zırhlarını kuşanmış olan merkez birliklerinin çoğu müttefiklerden oluştuğu için ve en kritik nokta büyük ihtimal burası olacağı için hannibal ve kardeşi Mago atlarından inerek burada mevzi aldılar.

Nehir tarafında kalan kartaca sol kanadında güvenilir komutan Hasturubal komutasında 6500 kadar kent ve iberli süvari vardı. Sağ kanatta ise Hanibal'ın yeğeni Hanno ya da Maharbal komutasında 4.000  kadar nüdyalı süvari vardı
Iki Ağustos günü taraflar düzen aldıktan sonra Romalılar sessizce konsantre olmuş, yaşanacakları tahmin etmeye çalışırken kartaca tarafından yükselen ürkütücü gürültü göğü adeta inletiyordu.

Savaş Borazanları, yüzlerini boyamış kellerin savaş naraları, bilinmedik dillerde yükselen dualar, kılıçların ve mızrakların kalkanlara vurulduğunda çıkardığı şakırtılar ve sürekli hareket halinde olan atların nal sesleri, acemilerden kurulu Roma ordusunun içinde ilk kez o zaman büyük bir korku düşürmüştü. Tek korkanlar Romalılar değildi elbette. Bu denli kalabalık bir kuvvetle ilk kez karşılaşan generaller de bu hengameden nasıl çıkacaklarını kara kara düşünüyorlardı.

Muharebe tarafların süvari kanatlarına aynı anlarda verdiği saldırı emriyle başladı. Haçlılar cesurca yerlerinden fırlayarak var güçleriyle birbirlerine tosladılar

O sırada Roma merkezindeki piyadeler topluca kartaca merkezine yaklaşmaktaydı. Ilk temas Velites birlikleriyle Balar Adalı Sapancılar arasında oldu. Takiben Roma ağır piyadeleri İncekartıcı Hattı'yla temas kurup derinlere doğru ilerledi.

Nehir kenarındaki süvari çatışmasında ise galibiyete yakın olan taraf Kartacalı'lardı. Hasturubal sayı gücünü kullanarak düşmanının düzenini bozdu. Ve onları geri doğru itti. Aksiyonun giderek arttığı merkeze tekrar dönecek olursa Roma Piyadeleri derin formasyonun arkadan ittirmesiyle önü alınamaz bir şekilde ilerliyor. Dışbükey kartacı hattı içe doğru kırılarak bozuluyor. Yavaş yavaş çekiliyordu. Fakat Romalılar çok sıkı düzen aldıkları için askerlerin kılıçlarını çıkarıp savurmaları pek mümkün olmuyor
Bu yüzden sadece birliklerin önlerindeki lejyonerler fiili olarak savaşırken arkadakiler öndekileri yürümek zorunda bırakacak bir baskı oluşturuyordu. Durum şu anlık Romalıların lehine gibi gözükse de cumhuriyet askerleri kum dolu rüzgar görüş alanlarını epey etkilediği için savaşın başından beri sıralarını bekleyen piyadeleri fark etmemişlerdi. Bu onlar için büyük bir problem olabilirdi. Roma sağ kanadını takip edip imha eden Nidyalıların oyaladığı kalabalık Roma sol kanadının arkasında beliriverince müttefik süvarileri bir anda panikledi. Iki tarafından sarılan atlılar kaçmaya fırsat varken derhal savaş meydanını terk ettiler
Varo da silah arkadaşlarını yüzüstü bırakıp gidenler arasındaydı. Süvari kanatlarının bu şekilde elimine edilmesi, muharebenin seyrini epey değiştireceğe benziyordu. Lakin yine de her şey asıl büyük savaşın yaşandığı merkezde belli olacaktı Kent ve İberliler artık dirençlerinin sonuna gelmişlerdi. Lejyonlar onları bir koç başının kale kapısını zorlaması gibi zorluyordu. Genel vaziyet Romalıların yararınaydı. Hannibal'ın elini kaldırıp kendi merkezinin gerilemesini durdurması işler değişmeye başladı. Kent ve Uberlilerin çekilmesi en başından beri planlanmış bir şeydi. Hannibal Romalıları derinlere çektikten sonra kenarlardaki kartacılı piyadelerini içe doğru döndürdü
Böylece Romalılar kendilerini beklemedikleri şekilde bir kuşatma harekatının içinde buldular. Roma sol kanadını dağıtan Hastu Rubal, katıcılı piyadelerle eş zamanlı olarak komutasındaki süvarilerle Romalılara arkadan saldırdı
Bu son saldırıyla cumhuriyet ordusu her tarafından sarılmış oldu. Dört bir tarafta da savaşmak zorunda kalan acemi Romalılar bir anda paniğe kapıldılar. Dip dibe oldukları için bir kaçış ya da yarma manevrası da yapamıyorlardı
Dahası onları bu ortamdan çıkarabilecek bir liderleri de yoktu. Komutanlarının biri savaş alanından kaçmışken diğeri muhafızlarının kollarında son nefesini veriyordu. Yazıktır ki 60.000 kadar Romalının bu cendereden çıkmasına imkan yoktu
üstüne hannibal her geçen dakika çemberi biraz daha daraltıyordu. Romalılar son bir umut silahlarına sarılsalar da kısacalı ve kentlerin uzun kılıçlarıyla ya da Uberlilerin falcatalarıyla boy ölçüşemiyor.
 Lecuna Lejyonerler savaşsalar da, savaşmasalar da tek tek yere düşüyorlardı. Hannibal askerlerine kimse acımama emri verince, işler adeta bir katliama dönüştü. Kartacalılar Romalıları doğraya doğraya ilerlediler
Kan deryasına dönen Kanai Ovası'nda ağlayan askerlerin inlemeleri, çığlıklar, feryatlar, boğazı parçalanmış lejyonerlerin çıkarttığı hırıltılar bir süre sonra aniden kesiliverdi

Haninibal ve ordusu milattan önce 216 Ağustos'unda şafakta başlayıp 6 saat süren muharebede toplam 55.000 insanı öldürmüş. 19.000 de esir etmişti. Belki de Avrupa tarihinin hiçbir safhasında bir muharebede bu kadar kısa sürede bu kadar çok insan öldürülmemişti


Halkın bir kısmı korkusundan dağlara kaçıyor, diğer bir kısmı tapınakları dolduruyordu. Insanlar gözyaşları içinde Jüpiter'e, Juno'ya, Neptün'e, Mars'a, tüm tanrılarına canlarını koruması için kurban üstüne kurban kesiyorlardı.

En acı kehanetler, bir tahayyülden öte gitmez sanılan kabuslar gerçek oluyor. Hanni bal, romanın böğrüne çöken bir Azrail'e dönüşüyordu. Genç cumhuriyetin Kartacalı katilinin Kanali'deki vahşeti kulaktan kulağa yayıldıkça,

Korku ve panik şehri önü alınamaz bir kaosa sürüklüyordu. Durum o ki galiba bu sefer Roma'nın sonu gelmiş. Her şey bitmişti. Şehirle arasında hiçbir şey kalmayan Hannibal muharebe meydanında cesetleri gömmekle meşgulken Sevinç içindeki kurmayları beş güne Roma şehrine girebileceklerini komutanlarına rapor ettiler. Fakat hannibal, trasimene gölü muharebesinden sonra olduğu gibi yine Roma'ya ilerlemeyi reddetti.

Bu komutanlar arasında şaşkınlığa yol açtı. Çünkü Roma artık tamamen tükenmiş ve bitmişti. Şehre saldırmanın tam vaktiydi. Bu fırsat asla kaçırılamazdı. Tüm ısrarlara rağmen barka, Roma'ya ilerlemedi.

Roma'nın daha tam olarak tükenmediğini düşünüyor, düşman topraklarında bu kadar adam kaybetmişken ki Kanai'de 8.000 kayıp vermişti. Kuşatmaya girişmenin faydasına olmayacağına inanıyordu.

Atını şehre sürmek yerine senatoya elçiler yollayıp ağır maddeler içeren bir barış teklif etti. Senato öne sürdüğü şartları kabul etmezse cumhuriyeti başka yollarla darlamayı düşünüyordu. Hannibal'ın muharebe sonrası yaptıkları, üst düzey komutanlarca sert bir şekilde eleştirildi

Hatta numuDyalı General Mahar Bal başkomutanının karşısına dikilip nasıl kazanacağını biliyorsun. Ama zaferden nasıl faydalanacağından zerre anlamıyorsun, diyerek sitem etti
Yaşayan bir efsaneye dönüşmüş hannibalın Roma'ya yürümeyişi ne denli doğruydu bilinmez. Fakat onun bu kararı yaşamı boyunca bir lanet gibi peşini bırakmayacaktı.

10 Aralık 2023 Pazar

Alman İmparatorluğu



Roma Germen İmparatorları Orta Avrupa'da Almanca tüm toplulukların kralı unvanını taşımaktaydı. Fakat Almanlar imparatorluğun içinde, Orta Çağ'dan kalan derebeylik geleneğinden kaynaklı olarak 500 fazla siyasi yapıya bölünmüşlerdi. Bu yapıların hepsinin kendine göre ayrı kanunları, işleyiş yapıları ve yönetim biçimleri vardı


Napolyon'un seferiyle 19 ucu yüzyılın başında Roma Germen İmparatorluğu yıkıldı. Ve Alman devletleri Bonapart'ın yeni düzenlemesiyle Ren Konfederasyonu adı altında Fransız güdümüne girdi


1789 Fransız ihtilalinin yaydığı fikir akımlarıyla ve Fransa hegemonyası altında ezilmenin verdiği etkiyle Almanlar arasında milliyetçilik duygusu yükselmeye başladı. Napolyon'a karşı yapılan mücadelelerde kazanılan ortak tecrü ve işgalcileri kovarak tekrar kendi topraklarının kontrolünü ele geçirme fikri Almanların arasında birleşip tek bir ülke olma arzusunun fitilini ateşledi. Napolyon'un düşüşünün ardından Avrupa'nın yeniden düzenlendiği 1815 Viyana Kongresi'yle büyük monarşiler belli bir dengeye oturtmaya çalıştılar. Bu dengede tutma politikası uyarınca Roma Germen İmparatorluğu'nun yerini tutması için Alman devletçikleri, Avusturya İmparatorluğu'nun etki alanı altında birleşti



Burada yükselmekte olan Prusya'nın gücü göz ardı edildi. Sanayi Devrimiyle üretimin ve ticaretin artması, Alman devletleri arasında belli bir gümrük birliğine gidilmesine sebep oldu. Yapılan kara yolları ve özellikle demir yolları aynı milletten olan bu toplulukların 
Bu toplulukların birbirlerini daha fazla tanımasına yol açtı. Birbirlerini yakından tanıyan ve konuştukları dil dışında da ortak kültürel noktaları ve çıkarları olduğunu anlayan Almanlar arasındaki tek bir çatı altında birleşme fikri daha da kuvvet kazandı


Görüldüğü üzere demir yolları, Alman milli bilincinin ve beraberliğinin oluşmasında temel etkenlerden biri oldu. Çok uluslu bir yapıya sahip olan Avusturya İmparatorluğu etki alanında yükselmekte olan Alman milliyetçiliğini her ne kadar dizginlemeye çalışılsada 1848 beraber bu politika tamamen işlevsiz hale geldi. Artık hemen hemen her Alman birleşmeyi istiyordu. Gelin görün ki birleşme nasıl ve hangi yöntemle olacak? Hangi noktalar üzerinde ne oranda birleşilecek


Yaşananlar asil zümreleri ne denli etkileyecek gibi sorular kafaları karıştırıyor? Özellikle bu birleşmeyi Avusturya'nın mı yoksa Prusya'nın mı üstlenmesi gerektiği ikiliyi? Zihinleri allak bullak ediyordu. Birleşmenin olacağı gökteki bir güneş kadar görülmesine rağmen bir türlü beklenen olmuyor. Almanya'nın birleşmesi sürekli gecikiyordu. 1862 de Prusya tahtına birinci Wilhelm'in geçmesi, Avrupa'da dengeleri bir anda değiştirdiği gibi soruların tek tek yanıt bulmasına da vesile oldu



Hermutfon Genelkurmay Başkanı pozisyonuna getirildi. Albrede proses savaş bakanı oldu. Wilhem oto fons markada proje başbakanı olarak atadı


Roon'la Montre'nin askeri ve operasyonel dehası Bismarck'ın reel politik adı verilen siyaseti hızlıca Avrupa'nın demir yumruğu haline getirecekti. Kan ve demir Bismarck'ın Prusya Başbakanı olmasıyla Avrupa'nın çehresi değişmeye başladı. O Almanların hayatta kalabilmesini halkın Prusya etrafında birleşmesinde görmekteydi. Planı daha göreve ilk geldiği günden beri belliydi


büyük sorunlar, konuşmalar ve çoğunluk kararıyla değil kan ve demirle çözülecek diyordu. Bismarck Almanya'yı birleştirmek için kan ve demiri kullanacak. Yani savaşacaktı


Bismarck'ın en üstün özelliklerinden birisi, ortamı çok iyi analiz edebilmesiydi. Hangi ülkenin neye ne derecede tepki vereceğini çok iyi biliyor, ülkelerin güçlü ve zayıf yanlarını isabetli bir şekilde analiz edebiliyor. Kıtanın hali hazırdaki durumunu ideolojik eğilimleri kenara bırakıp Tamamen kendi ülkesinin çıkarları için en verimli şekilde kullanabiliyordu. Diplomatik ve bürokratik bir deha örneği olarak gösterilen Otto, hamleleri sayesinde ülkesinin elini her adımda biraz daha kuvvetlendirmeyi böylece başardı


Pruzya'nın Alman birliğini kurmak için atmak istediği ilk adım, Danimarka'ya bağlı olan Schleswig, Holstein ve Love andburg dukalıklarını ele geçirmekti. Buraları doğrudan Prusya'ya bağlamak isteyen önünde pek çok problem vardı. Ve bunlara vararken istediklerini yapması imkan dahilinde değildi



İsveç ve özellikle İngiltere, Prusya'nın kuzey denizine çıkmasına katiyetle karşıydı. Tek sorun İngiltere değildi elbette. Kendisini Almanların lideri gören Avusturya Bismarck'ın girişiminde ilk dur diyecek ülkeler arasındaydı


öte tarafta da Kırım Savaşı'ndan sonra hızla yakınlaşan Fransa Rusya ikilisi vardı. Pusyalıların en son istediği şey Fransa ve Rusya ile iki cephede aynı anda savaşmaktı. Bismarck'ın altın kurallarından birisi de buydu


hem doğuda hem batıda aynı anda savaşmamak. Bu bağlamda Bismarck Rusya yanına çekerse diğer ülkelerin muhalefetinin pek de önemi kalmayacağını düşündü. Tabii bu ortamın oluşabilmesi için bir yerlerde bir şeylerin fitilinin ateşlenmesi lazımdı


1863 yılında Polonyalılar Rusya'ya karşı ayaklandı. Oluşan durum karşısında büyük devletler hemen pozisyonlarına aldılar. İngiltere milli duygularla kurulmuş bir Polonya Devleti'nin Fransa'nın uydusu olacağını bildiği için isyanı destekleme taraftarı değildi. Fakat bu isyan sayesinde Fransa ile Rusya'nın arasını açmayı düşündü. Avusturya ise Polonya'nın Rusya'yla kendi arasında tampon olacağını biliyordu


Lehleri desteklemek konusunda aslında çekinceleri vardı. Çünkü buradaki milliyetçilik akımı kendi bayrağı altındaki milletleri de etkileyebilirdi. Bununla beraber Avusturya, Fransa Rusya yakınlaşmasından çekinmekteydi. Işte bu noktada Avusturya ve İngiltere'nin çıkarları örtüştü ve bu ikili Fransa'yı topun ağzına doğru itmeye başladı. Üçüncü Napolyon kendisine tuzak kurulduğunun farkında olmasına rağmen halkı çoktan tarafını seçmişti. Sokaklar, yaşa Polonya sesleriyle inliyor. On binler gönüllü olarak Polonya topraklarına akıyordu


Iç siyasetteki dengeleri gözetmek zorunda olan Napolyon leh milliyetçileri destekleme kararı aldı. Böylece üç devlet İngiltere, Avusturya ve Fransa, Rusya'nın karşısında yer almak için kolları sıvadı. Bismarck'ın ise aradığı fırsat ayağına gelmişti


Adı geçen üçlünün Rusya'ya tavır alacağını önceden hesaplayan başbakan, Rusya'yı destekleme kararı aldı. İngiltere ve Avusturya, Polonya meselesinde aldıkları sert tutumu bir anda yumuşatınca Fransa kabak gibi Rusya'nın karşısında tek başına kaldı


Napolyon yaptığı üst üste hatalar sonucunda Rusya'yla arasında iyiden iyiye açtı. Ortam tam Prusya'nın istediği gibi olmuştu. Schleswich Holstein anlaşmazlığını daha da kaşıyan Bismarck bir zaman  bulup Danimarka'ya saldırmak için hazırlandı. Ortamı Prusya'ya bırakmak istemeyen Avusturya'da işe karışınca Germen Konfederasyonu şubat 1864 yılında Danimarka'ya savaş ilan etti


Danimarka ordusu, bölgeye sevk edilen Alman birliklerinin yarısı kadar ya vardı ya yoktu. Askeri teçhizat bakımından tüfekleri arasında temel bir prensip farkı vardı. Danimarkalılar Springfield model 1842 Andfield Patent 1853  Enfield Patent 1861 , Maskitin ve Lorenz 1854 gibi çoğu İngiliz orijinli tüfekleri kullanmaktaydı. Bu silahlar dönemin modern yapısına uygun ve ağızdan doldurmalı silahlardı


En büyük dezavantajları askerlerin tekrar atış yapabilmesi için tüfekleri ağız kısmından ve ayaktayken doldurma zorunluluğuydu. Doldurması vakit alan bu tüfekler, dakikada ortalama 2-3 atış yapabiliyordu. Prusyalıların elindeyse Drayse Nidle Gan vardı


Pek çok sorunu olan iğneli ve kurmalı bu tüfeklerin rakiplerinden en büyük avantajı hızıydı. 19  yüzyıl sonrasına doğru savaş alanlarında silahlarda aranan şey, menzil ve isabet oranından ziyade hızdı


Driseler arka kısımlarından hızlıca doldurulabiliyordu. Ve askerler dolum işlemini yerde mevzilenmişken de yapabiliyorlardı. Dakikada ortalama 5-6 kadar atış yapabilen ve türünün ilk örneklerinden sayılan bu tüfeklerin varlığı bir sır değildi


Prusya 1840  sonundan beri tüm ordusunu donatmıştı. Fakat hiç kimse bu silahların savaş meydanında neler yapabileceğini bilmiyordu. Yakında herkes driselerin kuvvetini görecekti


Alman orduları şubat ayında girdikleri Danimarka topraklarında hızlıca ilerledi. Her ne kadar İngilizler işi zorlaştırmak için konferans topladıysa da işgal orduları durmaksızın ilerleyip Danimarka ordusunu temmuz ayında teslim olmaya zorladı


Almanlar net bir şekilde galip olan taraftı. Alman birliğine giden ilk adım bu şekilde atılmış oldu. Peki Bismarck'ın tek hedefi adı geçen dukalıkları ele geçirmek miydi? Elbette hayır Bismarck ve Kral Wilhem ilk iş olarak Kiel'de donanma tesisleri kurmaya başladı. Amaç Kiel'de bir kanal açıp donanmayı açık denizlere taşıyabilmekti. Kimse daha farkında değildi. Ama biscmark, Alman İmparatorluğu'nu büyük bir deniz gücü haline getirecek temelleri atıyordu


Savaşta yenilmiş olan Danimarka'ya ufak bir göz atacak olursak, onlar için mağlubiyet adeta bir felaket olmuştu. Danimarkalılar topraklarının üçte birini ve 2,5 milyonluk nüfus rezervinin yaklaşık 1 milyonunu Almanlara kaptırmışlardı


Kardeşlerin Savaşı. Danimarka'dan alınan topraklar 1865  Gustein Anlaşması ile iki Alman Devleti olan Avusturya ve Prusya arasında paylaşıldı


Paylaşım yapılmıştı yapılmasına ama bu süreçte yaşanan fikir ayrılıkları zaten aralarında uzun süredir ikilik olan kardeş devletlerin arasında iyice açtı. Işlerin çatışma raddesine kadar varması Prusya'nın istediği bir şeydi. Gücünü Danimarka'da test eden Prusya artık konfederasyonun asıl gücü olduğunu Avusturya'ya gösterebilirdi. Avusturya'sız bir Almanya düşünen Bismarck savaşa girişmeden önce siyasi ortamı ülkesinin çıkarlarına uygun şekilde düzenlemeye başladı


İngilizlerin olası savaş karşısında tarafsızlığını sağlamak kolaydı. Çünkü Avrupa'nın ortasında iki Alman devletinin birbirini yemesi onların işine gelirdi. Rusya ise zaten tarafını seçmişti. Çıkacak savaşta Prusya lehine sessizliğini koruyacaktı


Burada asıl problem Fransa'ydı. Fransa'nın Avusturya'yla müttefik olma durumu Bismark'ı korkutmaktaydı. Aynı zamanda Alman Başbakan Avusturya'ya karşı İtalya'yı da kesinlikle yanında istiyordu. Çünkü rakibi çift taraflı sıkıştırmanın tek yolu buydu


İtalya'nın kalbine giden yolda yine Fransa'dan geçmekteydi. Bismarck yıl içerisinde üçüncü Napolyon ile gizli bir toplantı yapıp onu tarafsız kalmaya ikna etti. Bismarck Napolyon'a kabataslak şunları söylemişti


Bir, bu savaş bir Alman milli meselesidir. Fransa karışmasın. Iki, olası Prusya Zaferi'nde Fransa'ya da toprak düşebilir. Üç, Fransa kurulacak İtalya Prusya İttifakı'na müdahale etmezse, zafer sonrası Venedik İtalya'ya bırakılacak


Avrupa'nın tek kurnazı biscmark değildi elbet. Üçüncü Napolyon'un Prus Aleyhine tarafsızlığı kabul etmesinin altında başka çıkarlar yatıyordu. İmparator basit şey şu şekilde düşünmüştü


Bir, Almanların birlik olmasındansa birbirlerini yemesi daha evladır. Iki, Prusya Avusturya kadar güçlü bir devlet olmadığı için düşmanını yenmesi aylar, hatta yıllar sürer. Bu durumda iki tarafta yıprandığında Fransa'nın ren kıyılarını alması için ortam doğar


Üç. Olur da güçsüz olan taraf Pusya zafer kazanırsa Venedik, Napolyon aracılığıyla İtalya'ya kalır ve Fransa'da uydusu olarak gördüğü İtalya üzerindeki etkinliğini arttırır. Bismark Napolyon'u oyun dışında bırakmayı başardıktan sonra İtalya'yla masaya oturup 1866  Nisan'ında ittifak anlaşmasını imzaladı. Sular çok hızlı ısınınca da ortadaki sebepleri bahane gösterip 14  Haziran 1866Avusturya savaş ilan etti. Anlaşma uyarınca İtalya'da güneyden saldırıya geçti.


Alman krallıkların çoğu ise herkesin savaşı kazanır gözüyle baktığı Avusturya'nın yanında yerlerini aldılar. Prusya Genelkurmay Başkanı ve savaş planının mimarı General tüm gücü dört orduya böldü


Hızlı ve disiplinli olan Alman ordularının bir tanesi konfederasyon kuvvetleriyle savaşmak için ayrıldı. Bu ordunun karşısında Hannofa, Saxonya, Bavyera, Berk, Baden, Hes Darmstad ve NASAV kuvvetleri vardı. Hedefi bu ufak grupların birleşmesini engelleyerek rakiplerine lokma lokma sindirmek olan mayın ordusu canını dişine takıp savaşırken asıl muharebe doğuda yapılmaktaydı


Savaşın başında Avusturya sınırına üç ordu yığan Generaton Molki G tertibiatı şu şekilde yapmıştı. Sağ kanatta Fon Biter fert komutasında el bir ordusu, ortada Prens Freadrich Charles komutasında birinci ordu ve en solda veliaht prens Frederich William'ın yönettiği ikinci ordu yerini aldı


Karşıda ise sol tarafta birinci Avusturya kolordusu ve Prens Albert'in yönettiği Saxoni ordusu bulunmaktaydı. Bohemya'da ise General Benedik'in yönettiği Avusturya Merkez Ordusu vardı


Kuzeyden bağımsız olarak bir de İtalya'yla savaşması için ayrılmış, Güney Ordusu mevcuttu. Alman sağ kanadı hızlı bir ilerlemeyle Saksonya'yı beş günde ele geçirip buradaki orduları geri püskürttü. Sonrasında Bone Moltike, 22 Haziran'da Bohemya'nın işgal emrini verdi


Üç Prusya ordusu ilerlerken en büyük korku Avusturyalıların tecrit edilmiş olan ikinci orduya saldırıp, bunları yok etmesi ve savaşı kazanmasıydı. General Benede'nin planı da bu yöndeydi ama komuta kademesinde çıkan tartışma yüzünden ana odak batıdaki orduları durdurmaya çevrilince fark edilmeden büyük bir fırsat kaçırıldı. 


Prusya ordularına karşı hem doğuda hem batıda ayın 26-29arası üst üste yenilgiler alan Avusturya Orduları birleşip Köln İhkires'e doğru çekildi


Amaçları bu bölgede tutunup düşmana mukavemet göstermekti. Prusya orduları gelip Avusturyalıları sarınca, 3 Temmuz'da savaşın asıl kazananını belirleyecek Cunike Gredh Muharebesi başladı


Düşmanıyla ilk teması kuran birinci Prusya Ordusu ve Elbi Ordusu, Avusturyalıları tutundukları tepeden atabilmek için hamle yapmayı düşünse de güçlü Avusturya topçusu ilerleyişe bir türlü izin vermedi. Düşmana tutunduğu yerden atması gerektiğini bilen Avusturyalılar, Piyade Alaylarını ileri sürse de büyük bir hüsrana uğradılar. Çünkü kendi ellerindeki Lorenz marka önden doldurmalı tüfeğe karşı Prusyalılarda daha azı doldurulabilen ve tüm savaş boyunca farkını göstermiş uzun nadar GVA yani Drice Niddgan vardı


Savaşın kazananının belli olmadığı, iki tarafın da kritik anlar yaşadığı vakitlerde Avusturyalılar, süvarilerini kullanmakta çekinince, muharebe çıkmazı uzadıkça uzadı. Bu çekince Prusyalıların kazancı oldu ve geçen süre içerisinde yardıma yetişen proje ikinci ordusu, Avusturyalıların sağından çok sağlam bir saldırı gerçekleştirdi. Kanattan gelen saldırıyla çok fazla kayıp veren Avusturyalılar, ağır bir yenilgi alıp, apar topar Viyana'ya doğru çekilmeye başladı


Tüm savaşın kazananı görünüşe göre Prusya olacaktı. Güney cephesine bakacak olursak, İtalyanlar maalesef hem denizde hem de karada Avusturyalılar karşısında tutunamayıp yenildi

 

İtalyanların bu savaşta yaptıkları tek şey düşman birliklerin bir kısmını aldığı yenilgilerle güney cephesinde oyalamak oldu. Ama tabii İtalyan yenilgilerine rağmen Prusyalılar savaşı kazanmaktaydı. Imparator Fransız Josep Cuni Gratis'e alınan mağlubiyet sonrası Viyana'ya yürüyen Prusya durdurmak için barış çağrısında bulundu. Prusya Kralı ve askeri kanadı Barışı reddedip düşmanlarını tamamen sindirmek isterken Bismark buna karşı çıktı. Prusya, Avusturya yenerek istediğini almış


Alman devletlerin asıl lideri olduğunu kanıtlamış ve imparatorluğun gururunu yeterince kırmıştı. Daha fazla ilerlemeye gerek yoktu. Bismarck'ın uyguladığı satranç teorisine göre tüm ülkelerle her şartta masaya oturulabilecek diplomasi yolları açık tutulmalıydı


Eğer daha ileri gider ve Avusturya'nın nefretini kazanırlarsa bir daha bu ülkeyle masaya oturamazlar ve intikam duygusuyla yanıp tutuşan ebedi bir düşman kazanırlardı. Uzun tartışmalar sonrasında Bismarck önerisinin kabul edilmemesi halinde intihar edeceğini söyleyince Başbakan'ın bu konuda ne kadar kararlı olduğunu anladı. Ve Avusturya'yla barış yapılması kararlaştırıldı. Böylece Prusya, istediğini alarak yıllarca bitmez denilen savaşı bir ayda bitirerek mükemmele yakın bir zafer kazanmış oldu

Bu savaşın asıl büyük kaybedeni oynadığı kart elinde patlayan Fransa oldu. Şaşkınlık içinde olan üçüncü Napolyon'un hiçbir öngörüsü tutmamış, Prusya bir ayda her şeyi paket edip bitirmişti. Görüldüğü gibi ipteki iki cambazdan biri olan Napolyon düşmüş diğeri hala ipin üstünde şovuna devam etmekteydi. Zafer sonrası Kuzey Alman Federasyonu'nu kuran Bismark'ın kan ve demir politikasının sıradaki hedefi başını taşlara vurmakla meşgul olan Fransa olacaktı