28 Nisan 2024 Pazar

Sakarya Meydan Savaşı ( 1921 )

 


Sakarya meydan savaşı. General Papillas'ın yönettiği Yunan ordusuyla Mustafa Kemal Paşa'nın yönettiği Türk ordusu arasında geçen savaştır.

İzmir'den başlayan Yunan işgali durmaksızın ilerliyordu. Bursa ve Uşak ana merkez olarak yapılan saldırılarda İsmet Paşa'nın emrindeki batı ordusu Eskişehir Kütahya muharebelerinde yenilmiş, bozgunun kıyısından dönülmüştü

Ağır aksak geri çekilmeye çalışan ordunun savaş gücünün yarısı firarlar sebebiyle kaybedilmişti. Duruma müdahale etmesi gerektiğini anlayan Mustafa Kemal ordulara Sakarya Nehri'nin doğusunda çekilmeyi emretti. Galibiyet üzerine Yunanlılar Sevr'le kendisine vadedilen yerlerle yetinmeyip ilerlemeye başladılar. Ankara'da ise karamsarlık artmış, tartışmalar başlamıştı. Ana başlıklardan birisi meclisin taşınması, diğeri olağanüstü kararların alınması. Bir diğeri ise başkomutanlık meselesiydi.

Yapılan toplantılar sonucu bu bunalımlı durumdan çıkmak için Meclis Mustafa Kemal'e sınırsız yetkiler verdi. 5  Ağustos'ta geçen yasaya göre Paşa'nın ağzından çıkan her söz kanun niteliğindeydi. Ertesi iki gün ise ivedilikle Tekalifi Milliye emirleri verildi.


Bu emirle halk yurdun kurtulması için elindekilerin neredeyse hepsini verecekti. Artık Anadolu'nun son savunma noktasında her şey belli olacaktı. Halk yıllardır çektiği acılara son bir kez daha göğüs germek zorundaydı

Bu sondu. Çünkü halkın elinde hiçbir şey kalmamıştı. Ya zafer kazanılacak ya da bir millet belki de yok olacaktı. Cephede yapılan incelemeler neticesinde muharebe gücünün yarısını kaybeden ve orta Sakarya'da mevzilenen Ordu'ya Kocaeli grubundan güney ve merkez birliklerinden tümenler gönderildi. Yunan ordusu ise İmralı, Sivrihisar, Sarıköy, çizgisine vardıktan sonra 18  Ağustos'ta Türk ordusunu çevirmek için sert bir çarkla güneye yöneldi

Güney Sakarya'da  23 Ağustos'ta orduların durumları şu şekildeydi. Yunan ordusu 120 bin kişiden, 300 civarı toptan ve 12 uçaktan oluşuyordu. Türk ordusunun 90 civarı askeri, 100  kadar topu ve 2 uçağı mevcuttu


Hazırlıklar sırasında attan düşerek birkaç kaburga kemiğini kıran Başkomutan Mustafa Kemal Paşa Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa Alagöz köyünde karargahlarını kurmuştu

Albay Kazım komutasındaki birlikler Polatlı demir yolu arasına Albay Halit Çanaklı Yıldız arasına Albay Kemalettin Sami Yıldız Ilıca arasına Yusuf İzzeddin Paşa birlikleri Ilıca Tomburoğlu arasında,  Albay Selahattin Adil Tomburoğlu Mangal Dağı arasında yerleşmişti. Çal Dağı'nın batı ve güneyinde de diğer tümenler ihtiyattaydı. Düşman birinci, ikinci ve üçüncü kolorduları güneyde, birkaç tümende kuzeyde yer tutmuştu


Yerlerini alır almaz düşman kuvvetleri hücuma geçti. Mangal dağında kanlı meydan çarpışmaları başlamıştı. Haritadaki sorunlar yüzünden dağı gerektiği gibi tutamayan Türk birlikleri yağmurlu 23 Ağustos akşamı iyi bir direnç gösteremedi, 
durumun kötüye gitmesi üzerine mangal daha bırakıldı. Başkomutanın tepkisi sert olmuştu. Hatta bazı söylentilere göre o bölgedeki komutanların idamını dahi istemişti. Ilk meydan savaşının kaybı moral bozukluğuna yol açtı.

Gece olduğunda Esen Nehrin batısındaki Yunan yedinci tümeni tüm karşı saldırılara rağmen Beylik Köprüsü'nden geçerek nehrin doğusuna tutunmayı başardı. Ardından Yunan ikinci kol ordusunun kuşatmaya girişmesi üzerine cephe doğuya doğru genişletildi. 25-26 Ağustos'ta çarpışmaların ayyuka çıktığı sırada türbe tepe ve Yıldıztepe'de elden çıktı. Ve tümenler geri çekilmeye başladı. İsmet Paşa orduyu geri çekme fikrini Fevzi Paşa'ya söyledi. Buna karşı çıkan ve çatışmaları yerinde izleyen Paşa, adım adım savunmayla başarının geleceğini söyleyip çekilmeyi reddetti

Aynı gün ise çok talihsiz bir olay gerçekleşti. İsmet Paşa'dan doğu kanadına asker kaydırmak için beşinci süvari kol ordusuna Haymana'ya yakın bir yere toplanması emri gelmişti. Fakat bu sırada bu Kolordu'nun


Albay Fahrettin'e düşman ordusuna vur kaçlar yapma emri de verilmişti. Albay 14 ncü süvari tümenini alıp Uzunbeyli'ye saldırdı. Yıldırım suretiyle baskın yaparak Yunanlıları gafil avladılar. Saldırının sürdüğü sırada İsmet Paşa'nın emri gecikmeli de olsa varmıştı.

Gelen emri dinleyen Albay Tümenini geri çekti. Fakat sonradan öğrenilene göre saldırılan yer Yunan karargahıydı. Ve General Papilos son anda kaçıp kurtulmuştu. Yunan ordusu zafere giderken az daha komutana esir düşecekti. Lakin İsmet Paşa'nın emriyle çekilen tümen fırsatı kaçırmıştı

Çok yoğun geçen 26 Ağustos günü başka bir olayda Mustafa Kemal'in alması gereken kararlardı. Karşı tarafın ilerlemesi sonucunda Mustafa Kemal, Refet Paşa'ya meclisi Kayseri'ye taşıma emri verdi.


Başkomutan orduyla direnecek, tedbir olarak meclis taşınacaktı. Düşmanın durdurulması üzerine bu işten vazgeçilmişti. Cephenin her tarafını düşünen Paşa gerektiğinde ordu yenilgi almadan geri çekmek için çoktan işçi taburlarına emir vermiş ve Abdulselam Dağıgöz Dağı arasında mevziler kazdırmaya başlamıştı

27 Ağustos günü Fevzi Paşa'nın adım adım savunma işe yarayacaktır. Sözü üzerinde hemfikir olan Mustafa Kemal Paşa o unutulmaz kararını yayınladı. Çizgi müdafaası yoktur

Savunma yüzeyi vardır. O yüzeyde bütün vatandır. Yurdun her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça düşmana bırakılamaz. Onun için küçük büyük her birlik yerinden atılabilir. Ama her birlik durabildiği ilk noktada yeni bir cephe kurup yeniden savaşır yanındaki birliklerin çekildiğini görenler ona uymaz. Bulunduğu mevkide sonuna kadar direnmekle ve dayanmakla yükümlüdür. Yazılan karar bir devrim niteliğindeydi. Ordu en ufak birimiyle dahi savaşmaya devam edecekti. Ve öyle de oldu

28-29 Ağustos'ta tüm cephelerden genel taarruza geçen Yunanlılara karşı savaş devam etti. Ve Güzelcekale'ye doğru asker kaydırıldı. Bu hamleyle çatışma hattı yüz kilometre kadar uzamış, hat doğu batı doğrultusuna dönerek ters cephe durumuna almıştı.

Türkleri kuşatamayan düşman kuzeye birkaç tümen sevk etti. Birinci ve üçüncü kolorduyla saldırıya geçen Yunanlılar, Çal Dağı'nın bir kısmını 29 Ağustos'ta ele geçirdi. Kuzeyde de Türk güçleri Polatlı batısına dek gerilemişti. Çal Dağı'nın düşmesi Ankara'da felaket olarak adlandırıldı

Artık bomba sesleri meclisten duyuluyordu. Dağın ardı Haymana düzlüğüydü. Ve Ankara'ya kadar başka savunma noktası yoktu. Bu andan itibaren meydan muharebeleri bitmiş. Iş siper çatışmasına dönmüştü. Bunun üzerine Başkomutan Savunma Bakanı Refet Paşa'ya telgraf çekip, iş siper savaşına döndü. Başarı ikmal devamlılığına bağlıdır. Diyerek cephane ve erzak desteğinin kesintisiz sürmesini istedi. Ayın otuz birinde Çal Dağı'nın tamamı kaybedildi.



Ayın 31'nde  Çal Dağı'nın tamamı kaybedilince Mustafa Kemal karamsarlığa gömülen meclise zaferin sabırla geleceğini söylüyor. Bir yandan da ne olur ne olmaz yaveri Salih Bozok'u g
erekli evrakları alıp Kayseri'ye taşınması için görevlendiriyordu. Bir ve iki Eylül'de tüm cenahlardaki çatışmalar had safhaya ulaşmış, kahraman Türk subayları en önde savaştığı için ordunun subay kaybı çok fazla olmuştu. Hatta bazı tümenlerde teğmen rütbesinde dahi yetkili kalmamıştı.

O gün toplantı yapan Başkomutan Mustafa Kemal ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa savunmaya devam etme kararı almış ve ibrenin kendi lehlerine dönmesine az kaldığını anlamıştı. Sürünmece uzadıkça zorluklar da artıyordu. Ama Fevzi Paşa'nın başkomutana dediği gibi bize yağmur yağıyorsa onlara da güneş açmıyor ya. Sözü gerçek olmaya başlamıştı. General Papillas'ın günlerdir erzak ve cephane sıkıntısı çektiğini, kazanılan muharebelere rağmen Türklerin kararlılığının kırılmadığını Ordunun aç olduğunu ve Ankara'dan vazgeçilmesi gerektiğini Yunan hükümetine bildiriyordu. En başından beri düşünüldüğü gibi Yunan ordusu Anadolu içlerine çok girdiği için sahilden yardım alamıyordu. Beş Eylül'de Yunan baskısının azaldığını gören Ordu, hemen karşı saldırı için hazırlığa girişti
7-8 Eylül'de Çal Dağı geri alındı. Mustafa Kemal nihai saldırı için ordunun olduğu kuzey kısmı seçmişti. On Eylül'de yapılan savaşta Doğatepe geri alındı. Ve düşman geri çekilmeye zorlandı
Durumun iyiden iyiye kötüleşmesi üzerine Yunan ordusu geri çekilmeye başladı. Fevzi Paşa'nın takip emrini biraz savsaklayan İsmet Paşa komuta kademesi gerekeni yapamamıştı. Yunan ordusu İmralı Sivrihisar hattına kadar çekilmişti. On üç Eylül günü geldiğindeyse Sakarya Nehri'nin doğusunda tek bir düşman askeri bile kalmamıştı
On üç Eylül öğleni Başkomutan yaptığı açıklamada düşman ordusunun geri püskürtüldüğü ve zaferin geldiğini belirtiyordu. Akşam ise Paşa yeniden düzene girip takip emrini verdi. Artık Kurtuluş Savaşı'nın seyri değişmişti
ve Sakarya Zaferi yok olmanın kıyısından dönen bir millete yeni bir ruh üflemişti. Büyük zaferin ayak sesleri duyuluyor. Coşku tüm Anadolu'yu sarıyordu.

21 Nisan 2024 Pazar

Atatürk'e Sığınan Mülteci Bilim İnsanları - Paperclip Harekatı

 


Biz burada tamamen Türkleştik. Yeni bir ana vatan bulduk. Bir kez daha askerlik yapmam icap etse bunu Türk ordusunda yapardım. Yıl 1933

Almanya'da iktidara Adolf Hitler geliyor. Onun iktidara gelmesiyle de Yahudi kökenliler için acı dolu günler başlıyor. A'dan Z'ye hiçbir Yahudi Alman vatandaşının can güvenliğinin olmadığı bu ortamda Yahudi kökenli bilim insanlarının işlerine son veriliyor


Bununla da kalmayıp baskılar yapılıyor. Kimisi aileleriyle birlikte toplama kamplarına alınıyor. Kimisi sürekli polisler tarafından takip ediliyor. Bu işin böyle yürümeyeceğini ve baskının her geçen gün artacağını öngören bilim insanları İsviçre'ye kaçıyor. İsviçre'de Alman bilim adamları yardım cemiyeti adında bir birlik kuruluyor. Bu birlikte yer alan bilim insanları kendilerini kabul eden ülkelere gidip orada çalışmalarını sürdürmeyi planlıyor


Fakat bu iş sanıldığı kadar kolay olmuyor. Birçok ülke Nazi Almanya'sından korktuğu ve yaptırım uygulayacağını düşündüğü için bilim insanlarını almayı reddediyor ya da az sayıda kişileri alıyor



Aileleri ve arkadaşları Almanya'da olan birçok bilim insanı için endişelenen bu topluluk Philips aracılığıyla tüm ülkelere mektup yolluyor. Bir gün tahmin edemeyecekleri bir şey oluyor. Henüz daha on yıllık bir ülkeden haber geliyor


On yıl önce askerine çorap dahi veremediği için halktan çorap örmesini isteyen ama buna rağmen savaş ortasında dahi öğretmenlerle toplantı yapıp onlara gelecekten bahseden bir liderin ülkesinden Atatürk'ün ülkesinden gelin Türkiye'mize çalışın



Gençlere bilim öğretin sesi yükseliyor. On yaşındaki ülkeye mesleklerinde 30-40  yılını vermiş bilim insanları yağıyor. Bizzat Atatürk'ün emriyle alanında en iyileri isteniyor. Bilim insanlarının Türkiye'ye gelmesini, Atatürk bulunmaz bir fırsat olarak görmekte

 

Çünkü yeni kurulan ülkeyi eğitimle bilimle kalkındırabileceğini çok iyi biliyor. Az olan ülke bütçesiyle üniversiteler geliştirilip malzemeler alınıyor. Hocaların maaşı için milletvekili maaşlarından kesinti yapılıp ödeniyor


Aynı yıl dünyanın en önemli bilim insanlarından Einstein kimine göre Atatürk'e, kimine göre ise İnönü'ye mektup yolluyor. Mektupta şöyle diyor


Ben sadık hizmetkarınız Profesör Albert Einstein. Eksansları Almanya'dan kırk profesörle doktorun bilimsel ve tıbbi çalışmalarına Türkiye'de devam etmelerine müsaade vermeniz için başvuruda bulunmayı rica ediyorum


sözü edilen kişiler Almanya'da halen yürürlükte olan yasalar nedeniyle mesleklerini icra edememektedirler. Çoğu geniş tecrübe, bilgi ve ilmi liyakat sahibi bulunan bu kişiler yeni bir ülkede yaşadıkları takdirde son derece faydalı olacaklarını ispat edebilirler

 

Ülkenizde yerleşmeleri ve çalışmalara devam etmeleri için izin vermeniz konusunda başvuruda bulunduğumuz tecrübe sahibi uzman ve seçkin akademisyen olan bu 40  kişiye birliğimize yapılan çok sayıda başvuru arasından seçilmiştir. 


Bu ilim adamları hükumetinizin talimatları doğrultusunda, kurumlarınızın herhangi birinde hiçbir karşılık beklemeden çalışmayı arzu etmektedirler. Bu başvuruya destek vermek maksadıyla hükümetinizin talebi kabul etmesi halinde sadece yüksek seviyede bir insani faaliyette bulunmuş olmakla kalmayacağını bunun ülkenize de ayrıca kazanç getireceği ümidimi de ifade etme cüretinde bulunuyorum. Sağdık hizmetkarı olmaktan şeref duyan profesör Albert Einstein



İnönü Einstein'a çok kibar bir şekilde ret cevabı veriyor. Zaten ülkede bilim insanlarının olduğundan bahsediyor. Bir nevi daha fazla ne yerimiz ne de paramız var diyor 
üstelik o zamanlarda ülkede sadece bir üniversite var. Ve bu kadar profesöre yetecek kadar dersliğimizde yok. Buna rağmen o tarihten sonra da hocalar Türkiye'ye geliyor. Bunda Atatürk'ün payı olduğu söylenmekte. Yıllar sonra Profesör Doktor Münir Ülger'le görüşen Einstein şöyle diyor


Siz biliyor musunuz dünyanın en büyük liderine sahipsiniz. O zamanlar Atatürk benim de gelmemi istedi. Arkadaşlarım hep oradaydı. Ama burada imkanlar biraz daha fazla olduğu için ben Amerika'yı tercih etmiştim


100 üzerinde bilim insanı eğitim veriyor Türkiye'de. Her birinin ülkeye getirilme hikayeleri oldukça ilginç. Toplama kampından aileleriyle birlikte gelen de var. Polis araması sırasında ülkemize gelen de var



Türkiye bu kişiler benim memurum diyerek Hitler zulmünden bu insanları kurtarıyor. Peki bu insanlar neler mi yapıyor? Bugün üniversitelerde efsane olarak anılan belki birçoğu hayatını kaybetmiş ama bilime katkısı unutulmamış hocalar yetiştiriyor


Henüz 10 yaşındaki fakir Cumhuriyet eğitim için bunları yapıyor. Bu hocalardan beklenti çok büyüktü. Bugün üniversite bölümlerinin birçoğunu bu insanlar kurdu. Ilk kitapları onlar yazdı. Türkiye Cumhuriyeti ülkemize geleceksiniz, bilginizi Türkçe kitaba aktaracaksınız şartı zaten az olan bütçeyi boşa savurma ihtimalleri yoktu. Gelen herkesten katkı alınmalıydı. Bir süre sonra Hitler bu bilim insanlarının Türkiye'de olmasından rahatsızlık duydu. Özel bürokratlar gönderdi hepsini geri istedi. Yerlerine yeni, saf Alman ırkından olan bilim insanlarının yollayacağını söyledi. Üstelik ücret istemeyeceği garantisini de veriyordu. Net bir dille reddedildi


Aynı teklif ilerleyen yıllarda da devam etti. Size daha iyilerini yollayacağız tekliflerinin ardı arkası kesilmedi. İnönü ise biz elimizdeki iyilerle yetineceğiz dedi. Şimdi hocalardan birkaçını yakından inceleyelim. Anılarına göz gezdirelim


Kantarovic. Türkiye'de diş hekimliğinin mimarıydı. İran Şahı Türkiye ziyaretinde dişlerinden rahatsızlanmıştı. Durum Atatürk'e iletildi. Atatürk gururla şaha şöyle dedi. Dünyanın en iyi diş hekimi bizde. Dilerseniz tedavi için çağıralım


İran Şahı'nın tedavisi yapıldı. Son derece memnundu. Düşünün, askere çorap dahi bulamayan memleket, sadece on yıl sonra konuk devlet adamını dünyanın en iyi diş hekimlerinden birine tedavi ettiriyor


Bu arada hatırlatmakta yarar var. Toplama kampından getirilmiştir. Nissen doktordu. Verimli yıllarını Türkiye'de geçirdi. Onlarca Türk profesörü yetiştirdi birçok ücretsiz ameliyat yaptı. Birçok aile ona duyduğu minnetten dolayı çocuklarının göbek adanı Nissen koymuştu. Bir gün Atatürk'ün kız kardeşi Makbule hastalanmış, onu tedavi ederken Atatürk'le  arasında şöyle bir konuşma geçmişti. Bunu anılarından öğren

1935  senesinde Atatürk o tarihlerde tedavi etmekte olduğum kız kardeşi Makbule Atayı ziyarete gelmişti. Benden hasta hakkında bilgi aldıktan sonra kitle hakkında ne düşündüğümü sordu. Ben de kendisinin seçimlerle iktidara geldiğini filan söylemeye başlayınca beni susturdu ve devam etti. 


Bakın profesör, dünya tarihi Hitler gibi kendisini bütün tarihlerin en güçlü devlet adamı ve komutanı sanan megalomanlar doludur. O da göreceksiniz kendi ülkesini ve dünyayı da büyük bir felakete ve tarih de onu öyle anlayacaktır. Devlet adamı deneyimi olmayanlara devlet idaresi teslim etmek büyük hatadır. 


Bruno Tabut mimardı. Birçok esere imza attı dil tarih, coğrafya fakültesi onun eseriydi. Yıllar sonra Atatürk'ün ölümü üzerine cenazesinin koyulduğu Katafatıda o yapmıştı. Teklif edilen para için böyle bir teklif beni derinden üzer. 


Böylesine bir görev için para almam söz konusu dahi olamaz demişti. 


Coswing hayvan bilimcisiydi, Dedim ya A'dan Z'ye bilim dallarının bütün hepsi getirilmişti. Birçok yeni hayvan türü buldu. Manyas kuş cenneti onun Türkiye'ye armağanıydı.


Erik Frank. Ölümüne dek Türkiye'de kaldı. Amerika'dan teklifler almasına rağmen gitmedi. Türk vatandaşı olduğunda sevindiniz mi sorusuna sevinmek ne söz. Çok mutluydum. Dudaklarımdan Atatürk'ün ne mutlu Türk'üm diyene cümlesi döküldü demişti. 


Işte yüzlerce bilim adamından sadece birkaçının ufak hatıraları. Bunun gibi yüzlerce hatıra mevcut. Türkçe'ye hakim olamadıkları ve ülkeye alışamadıkları için ayrılan bilim insanları da oldu.


Fakat gelen bilim insanları genel itibariyle çok katkı sunup eğitimde ülkemize güçlü bir adım attırdılar. Işte Atatürk Türkiye'si buydu. 


Dünya savaşa giderken o eğitim ve kalkınma savaşı veriyordu

Dünya silah alırken, o tıp, diş, hukuk, edebiyat, iktisat, mimar ve mühendis alıyordu. Bize bir kaşık suyla sunulan Atatürk'ün bir deniz olduğunun farkına vardım. Bu vizyonu iyi anlayalım. 



14 Nisan 2024 Pazar

Atatürk'ün Stalin'e Verdiği Gözdağı

 


Sizin güçlü ve mekanize edilmiş ordunuz olduğunu biliyorum. Fakat ondan korkmuyorum. Benim arkamda 18 milyon halkım var. 2 Kasım 1936 yılında Kemal Atatürk'ün Sovyet elçiliğinde Büyükelçi Karahan'la yaptığı görüşmesini ve daha sonrasında ele alacağız. Türkiye ve Sovyet Rusya zaman zaman Kars, Ardahan ve Boğazlar konusunda anlaşmazlığa düşmüştür.

1917  Ekim Devrimi sonrası Çarlık Rusya doğudan tamamıyla çekilmiş ve bölgeyi Ermeni çeteleri bırakmıştır. Bölgeyi elinde tutamayan Ermeni çeteler doğu cephesi savaşları sonucunda bugünkü sınırlarına dönmüşlerdir. Kurtuluş Savaşı yıllarında Lenin ve Mustafa Kemal iyi ilişki içerisinde olmuş

Sovyet Rusya, Türkiye'ye ciddi oranda yardımda bulunmuştur. Fakat bu yardım biraz da Sovyet Rusya'nın menfaatleri doğrultusundadır. Lenn'nin ölümünden sonra Stalin zamanı başlamış ve Stalin zaman zaman tartışmalı bölgeler konusunu gündeme getirmiş


Ve bu bölgelerde hakları olduğunu iddia etmiştir. 1936 yılında Türkiye boğazların tek hakimi olmuş fakat bu ilerleyen yıllarda Stalin'in hoşlanmadığı bir anlaşma haline gelmiştir. 1945 yılında açıktan açığa dillendirilen bu olay s
onrası 30  Mayıs 1953 yılında Dışişleri Bakanı Molotov'un Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi'ni davet ederek Moskova hükümetinin ikili ilişkileri geliştirmek istediğini ve İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde boğazlar, Kars ve Ardahan'la ilgili taleplerinden vazgeçtiklerini bildirmesiyle son bulmuştu. Şimdi 2 Kasım 1936 yılına gidelim. Stalin, Sovyet Rusyanın doğal lideriydi

Fakat Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla Atatürk'ü tebrik etmemişti. Adeta üstten bakan bir tavır içine girmişti. Atatürk bu durumdan kuşku duymuş olacak ki Sovyet Rusya'nın elçilik binasına, yapılan bir kutlamaya gece saat 2'de gitmiş ve olanlar olmuştu


O günlerde olayı aktaranlara göre Türkiye ve Sovyet Rusya arasında soğuk rüzgarlar esmekteydi. Az sonra değineceğimiz bu konunun sadece bir tebrik meselesi olmadığını altında başka sebeplerin de yattığına eminiz

Birçok konuyu önceden öngören Atatürk'ün Stalin'in ilerleyen yıllarda açıkça yapacağı istekler öncesi ona gözdağı verdiği aşikardır. Şimdi o günü nöbet defterine bakalım. 1 Kasım 1936 Mustafa Kemal saat 10:30 uyandı. 14:40 da meclisten inerek senelik Nutkun'u söyledi. 15:00'de köşke dönerek elbisesini değiştirdi. 17:30'da  el işi sergisine gitti. 19:00'da döndü. Gece saat 2'de Rus Elçiliği'ne gitti

Behçet Kemal Çağlar'ın detaylarıyla aktardığı görüşmeyi Sovyet Rusya'ya gönderilen rapor Kazım Özel Pin ve Kazım Nami Duru'nun hatıratları da doğrulamaktadır. Behçet Kemal Çağlar anlatıyor

Onu Rus elçiliğinde yelesi kabarmış aslan heybetiyle kükrerken gördüğüm geceyi hatırlıyorum. 1937 yılıydı sanırım. Rus İhtilali'nin yıl dönümüydü. Ruslarla aramıza soğukluk girmişti. Ama dostluğumuz eski havasında henüz muhafaza ediyordu

Kavaklıdere ağzındaki gemi biçimindeki Rus elçiliğine gelen davetliler arasında zamanın Başvekili İsmet Paşa başta olmak üzere kalabalık bir Türk kitlesi göze çarpmaktaydı. Ilerleyen saatlerde Atatürk geldi

Rusça'yı iyi bilen bir Türk diplomat veya subay bulabilir miyiz dedi. Azerbaycan'da doğup büyümüş, sonra Anadolu'ya gelip hava subayı olmuş, birini buluverdiler. Onu yanına, gölgesine alan Atatürk, Karahan'ı göstererek Sayın Elçi'ye sorunuz dedi. Lideriniz kimdir

Türkçe'yi bilen Karahan böyle sade ve küçük cümlelerde tercümenin sorusunu beklemeden cevap veriyordu. Stalin. Atatürk bir gözü tercümanda bir gözü Karahan'da.

Geçenlerde cumhuriyetimizin yıl dönümünde bütün dünya büyüklerinden tebrikler aldım. Bu arada Kali'nin de bir telgrafını gösterdiler. Usulen cevap vermeleri için hariciye vekaletine havale ettim. Madem ki şefiniz Stalin'de bana telgraf çekmek için Kayın'da kim oluyor

Ben de bu milletin şefiyim. Ben sıradan bir cumhur reisi değilim. Ben bu milletin şefiyim. Bana telgraf çekmek için Kali'nin kim oluyor? Kali'nin hükümet üyelerine telgraf çeksin

Söyleyiniz Stalin'e Mustafa Kemal karşısında muhatap aramaktadır. Bektaşi şeyhi gibi perde arkasına gizlenmek, şunu bunu bu işlere vekil etmek neden? Hükümet üyeleri bir takım anlaşmalar yapar. Böyle teferruattan benim haberim dahi olmaz

Fakat gerçek dostluk ve düşmanlık hakkında milletimle esaslı kararlara varırız. Asıl güvenilir olan, değişmeyen odur. Bizimle gerçek dost geçinmek isteyenler bu hakikatin gafil olamazlar

kara gün dostu iki milletin gerçek dost kalması isteniyorsa bu hakikat gözden uzak tutulmamalıdır. Stalin dostları için de mi perde arkasındadır? Söyleyin şefiniz cinaplarına Mustafa Kemal karşısında muhatap aramaktadır

Dünyanın bugünkü şartları içinde coğrafyanın küçük bir parçasına sığınmış tarihi muazzam bir millet, küçük millet muamelesi göremez. Bu, basiret ikare değildir. Dünyanın gelecek gelişmelerinde biz Rus milletinden değil, Rus milleti bizden çekinse yeridir

Bir gün gelecektir ki bizim topraklarımızdan Rus düşmanı bir milletin ordusu oraya doğru yürümek düşüncesini aklından geçirecek fakat karşısında bizim fiili betomuzu bulacaktır

Türkiye'nin müstakil fiili siyasetini Rusya'nın bir nevi diktası gibi göstermek eğilimini gösteren gafillere bunu münasip şekilde hatırlatınız. Cumhurreisi Hazretleri'nin hakkı var. Şefimiz var, şefimiz Stalin'e bu arzularınızı bildireceğim

Iki şefin görüşmesi milletlerimizin dostluk yolunda atılmış en güzel adım olacaktır. Atatürk bunun üzerine gülümseyerek ben henüz böyle bir arzuda bulunmuş değilim. Yalnız iki milletin gerçek dost kalabilmeleri şartlarını karşılıklı olarak sizlere aktarıyorum

Ben hiçbir şekilde gizli davranmıyorum. Eğer gizli davranacak olsam biz Yavuz zırhlımızla eski Kırım Yarımada'mızın kıyılarına gelelim. O da bir balıkçı kayığı ile bize mülaki olsun. Tarzında bir şeyler söylerdim

yalnız bir lüzuma işaret ediyorum. Tekrar ediyorum Mustafa Kemal karşısında muhatap aramaktadır. Sizin biliyorum güçlü ve mekanize edilmiş büyük ordunuz var. Ve ondan korkmuyorum. Sizlerden korkmuyorum. Benim arkamda on sekiz milyon halkım var

benim emretmem yeterlidir. Halkım arkamdan nereye isterse gelir. Ben çok zarar verebilirim. Elbette bunu hiçbir zaman yapmam. Çünkü benim sözüm benim dostluğum gibi kutsaldır. Rus elçiliğinde rastgele bir tercüman kadrosunda gözüküp gizli ve işlerle uğraşırken şöyle bir ilerledi ve söze karıştı. Tercümeyi yapan arkadaşımız Elçi hazretlerinin sözlerini pek iyi tercüme edemedi sanırım. Elçimiz demek istedi ki dedi. Atatürk sözü kesti. 

Vay. Siz hala burada mısınız? Bu topraklarda parayla satın alınacak şahsiyetler bulunmadığını hala fark etmediniz mi? Yarından tezi yok, bu beyhude gayretinize bir son verseniz, buralarda beyhude kalmasanız daha iyi olmaz mı?

Ben oldum olası asi bir adamım. Üstelik gayrimeşru bir adamım. Bakalım mesul hükümet dostluğumuzun sağlamlaştırılması hususunda ne düşünüyor? Başvekil İsmet Paşa deminden beri yüzü kah çizgiler, kah parıltılar içinde cümlesini çoktan hazırlamıştı, hükümetin Atatürk'ten ayrı bir düşüncesi olamaz. Atatürk ne söylemişse Türk milletinin kanaati odur. Dostlarımız şunu unutmamalıdır ki Atatürk gerçek dostluklarında teferruatının altını da esaslar kadar ehemmiyet ve dikkatle çizecek kadar hassastır.

Profesör Doktor Sadık Tural olayı Stalin duyduğunda dostumuz Atatürk'ün sözleri ilgiyle ve dikkatle okunsun demiştir. Yine Sadık Tural'a göre Atatürk'ün ölümüne dek Stalin'in açıktan bir tavır takınmamasının nedeni budur

Atatürk, toprak ve savaş konusunda her daim serttir. Bunu yeri geldiğinde, açıktan dahi söyler. Bundan altı ay sonra muhtemelen İtalya'ya da manşetten şu mesajı vermiştir

müttefikimiz Balkanlara göz dikenler, güneşin yakıcı yüzüyle karşılaşırlar. Savaş psikolojisini yönetmek tam ona göre bir işti

Yoksa iç ve dış düşmanların dolu olduğu 1919 yılında satranç ustası gibi süreci yönetip hiç aldanmadan yurdu nasıl düzlüğe çıkarabilirdi? Maalesef iki yıl içinde ortaya çıkan hastalığı ve ölümü sonrası İkinci Dünya Savaşı başladı

Savaş sonrası Stalin ve Molotof Türkiye'ye taleplerinin gerçekleşmesi için bir nota verdi. İsmet İnönü bunu kabul etmedi. Fakat Stalin'in bu hamleleri bizi her geçen gün daha fazla batı ve Amerika bloğuna yaklaştırdı

o günlerde yaşanan süreci günün muhatabı İsmet İnönü 1972 yılında Metin Toker'e ince ayrıntısına kadar anlatmış Stalin'in isteklerini dile getirmişti.



7 Nisan 2024 Pazar

Hitler'in Atatürk'e Yolladığı Film

 


Hitler Almanların yoğun olarak yaşadığı Avusturya'nın sınır kasabalarından birinde gözünü açtığında yıl 1889 gösteriyordu. Babası sıradan bir vergi memuruydu. Baskın bir karakterdi. Ve Hitler'in hayatını şekillendirme arzusundaydı

Fakat 1903 yılında vefat ettiğinde Hitler artık daha özgürdü. Hitler artık kendi kişiliğini bulmaya başlamıştı. Okulla arası pek yoktu.

Fakat tarih dersine ilgi duyuyordu ve olmazsa olmazı resimdi. 1907, 1908 yıllarında Viyana'ya gitmiş, ressamlığa başvurmuş fakat kabul edilmemişti. Aynı yıllarda Mustafa Kemal de ülkenin geleceğini kurtarmak arzusuyla cemiyet açmış


Fakat cemiyeti bir süre sonra İttihat ve Terakkiyle birleşmiş, haliyle o da İttihat ve Terakki'ye katılmıştı. Okuyor, araştırıyor, ülkesi için çıkış yolu düşünüyordu

yine aynı yıl kıdemli yüzbaşı olmuştu. Genç Hitler ise 1900 yılların başlarında sosyal çevresini genişletmiş, farklı fikirlerle buluşmuş ve diğer ırklara özellikle de Yahudilere karşı Içinde bir öfke başlatmıştı. Toplumdaki konumlarını hak etmediklerini düşünüyordu. Bir yazısında şöyle demişti. Ne zaman bir tiyatro gösterisi bir müzik abartılırsa Yahudi yapımı bir şey olduğunu görüyordum

Bu abartanlar da Yahudilerdi. Birçok alanı ele geçirdikleri için tüm alanlarda birbirlerini kayırıyorlardı. Güzel bir Alman yapıtı on üzerinden beş almazken Yahudi yapıtları on alıyordu. Bu yüzden bir antisemitist olmaya karar verdim

Hitler geçimini resim yaparak sağlamaya çalışmakta ve genellikle fakirlik çekmekteydi. Bu sırada Avusturya nüfusuna kayıtlı olduğu için Avusturya Ordusu tarafından askere çağrıldı. Fakat o orduya gitmek yerine Almanya'ya gitti


Bir süre sonra yakalanıp Avusturya Ordusu'na girse de fiziken yetersiz olduğu için askerliğe alınmadı. Ve tekrar Almanya'ya döndü. Kader adeta onu Almanya'yla birleştiriyordu.

Mustafa Kemal de aynı yıllarda Trablusgarp'ta ve Balkanlar'da cephe cephe geziyor, tecrübe kazanıyordu. 1914, Birinci Dünya Savaşı başladığında Hitler, içindeki Alman milliyetçiliğinin etkisiyle savaşa Alman ordusuyla katılmak için varmış ve talebi kabul görmüştü. Genelde cephe gerisinde postacılık yaptı. Fakat görevini iyi yapıyordu. Hızlıydı, azimliydi. Mustafa Kemal de cephelerde gösterdiği kahramanlıkla ününe ün katıyor,

Ismi gazetelerde şehir toplantılarında anılıyor. Büyük kahraman diye hitap ediliyordu. Bir dönem Mustafa Kemal veliad Vahdettin'le birlikte Alman İmparatorluğunu ziyaret ve cepheleri gezmek için Almanya'ya gittiğinde


belki de ikili ilk defa birbirlerine konum olarak bu kadar yakınlaşmıştı. Çünkü Hitler'de o sırada Almanya için cephedeydi. Sonuç olarak Osmanlı Devleti de Almanya'da savaşı kaybetmişti

savaş bittiğinde Hitler Onbaşı, Mustafa Kemal Paşa'ydı. Hitler'in kitleleri arkasında sürükleyecek bir kahramanlık hikayesi ve bir karizması yoktu. Bir gaz saldırısında geçici körlük yaşamış, iki savaş nişan almıştı. Fakat Mustafa Kemal

Malum İmparatorluğun karizmatik lideriydi. Vatanseverdi. İstanbul'u kurtaran komutan olarak anılıyordu. Aldığı madalyaların hepsinde bir cephenin izi beraber savaştığı arkadaşların kanı vardı

Mustafa Kemal Osmanlı'nın rakipleriyle yapmış olduğu anlaşmanın milletin ölüm fermanı olduğunu biliyor ve buna karşı çıkıyordu. Neticede isyan çıkardı. Halkı arkasına alıp Milli Mücadele başlattı. Ve küllerinden bir devleti

halkıyla birlikte yeniden yarattı. Almanya'da bu süreci çok yakından ve şaşkınlıkla izlemişti. Almanlar anlaşma sonrası teslim olmuşken elbette birçok milliyetçi gibi Hitler'de bu durumdan oldukça etkilenmiş ve defalarca biz neden direnmedik sorusunu kendine sormuştu. O günlerde Almanların ortak görüşünü şu gazete yazısıyla anlayabiliyoruz. Almanlar şöyle diyordu

Almanya, eski müttefikinin durumunu düzeltmesinden ve 1918 yılının galip devletlerinin Türkçülük önünde diz çökmesinden açıkça memnundur

Hitler bu yıllarda siyasete girmişti. Etkili bir hitap gücü vardı. Yerelde kısa sürede ün yapmaya başladı. Üye olarak girdiği partide liderlik konumuna yükseldi. Konuşmalarında sürekli olarak savaş sonrası imzaladıkları Versay Anlaşması'nı eleştiriyor

Halka umut validen sözler veriyordu. Çevresinde de bir grup asker toplamıştı. Savaş sonrası yeni şeyler duymaya ihtiyacı olan halk kitleleri yavaş yavaş Hitler'i benimsemeye başlıyordu

Hitler'de bu gelişmeden güç alıyor ve sonunu pek düşünmediği işlere kalkışıyordu. Mesela 1923'de Hitler hükümeti devirmek amacıyla adamlarıyla darbe yapmaya çalışmış fakat yakalanıp hapse atılmıştır. 1930 yılına geldiğimizde Hitler

yüzde 18'lik bir oy oranına ulaşmış ve iktidara göz kırpmıştır. Mustafa Kemal de Türkiye'de cumhurbaşkanlığının 7nci yılına girerken üniter bir devlet medeni bir toplum kurma yolunda ciddi adımlar atmış

devleti güçlendirmek için birçok ekonomik atılımlar yapmıştır. Üstelik akılcı bir politika izleyerek çevresiyle barış siyaseti yürütmektedir. Fakat bu yıllarda Almanya ve İtalya'da birtakım hareketler sezmekte,

Bu duruma dair öngörülerde bulunmaktadır. Seçim propagandası olarak geçmiş anlaşmaları yırtıp atacak olduğunu söyleyen Hitler, elbette iktidarı ele geçirdiğinde Avrupa'ya huzur değil, huzursuzluk getirecektir

Hitler'in üç hedefi vardır. Versay Antlaşması'nı ortadan kaldırmak, Almanları tek devlet altında toplamak ve Almanya'nın hayat sahasını büyütmek. Hitler iktidara gelmesiyle birlikte dış politikada adeta Almanya atağa geçmiştir

Türkiye'ye de birçok askeri heyet yollamış, ilişkileri geliştirmek, ticari anlaşmaları arttırmak istemiştir. Ticarette Türkiye'ye tek başına hakim olmak, Türkiye'yi kendine bağımlı kılmak için ciddi çalışmalar yapmıştır

Hitler tarafından Türkiye'ye yollanan heyetler Birinci Dünya Savaşı'nda Türklerle birlikte savaşmış kişilerdir. Hitler için Türkiye, hem konumu hem de ham madde kaynağı olarak önemlidir. Işte tam bu dönemlerde Hitler tarafından Mustafa Kemal'e bir film yolladı.

Şimdi 28 Mart 1933 Çankaya Köşkü'ne gidelim. Atatürk gün içinde düşünceliydi. Keçiören civarında gezinti yaptı. Kafasını dağıtacak bir şeyler bulması gerektiğini düşündü. Yaverine seslendi. Mutat sevap toplayınız. Akşam sofrada toplanıldı. Yenildi, içildi. Ülke sorunları tartışıldı. Kısa bir süre sonra konuklarına seslendi. Hadi kalkın.

Hitler bana bir film yollamış. Yukarı çıkalım da seyredelim. Önlerine düştü. Üst kata çıkıldı. Film başladı. Film Nazilerin henüz iktidarı almalarından önceki durumları gösteriyordu. Omuzlarda silah yerine uzun sopalar, Gayet düzgün ve gösterişli yürüyüşler. Sahne değişiyor fakat her sahnede daima Hitler yüksek bir yerde örgütünü kendi yöntemince selamlıyor. Film, hep tek düzelik içinde sürüp gidiyordu
Salon aydınlanınca Atatürk ve arkadaşları sofraya geçenler ve adet olduğu üzere Atatürk, arkadaşlarına nasıl buldunuz? Diye sorar. Herkes görüşünü belirttikten sonra Atatürk şunları söyler.

Efendim bu adam filmde gördüğünüz gibi lord icabı bir hamleyle işe başladı. Bugün Almanya'nın bütün askeri gücü onun elinde. Yarın harbe girişecektir. O ve onu taklit eden Mussolini harbe hazırlıkla meşguldür.

Evet, yakın bir gelecekte harbe dalacaklardır. Dalacaklardır. Çünkü asker değillerdir. Harp ne demek? Bilmezler. Harp bir felakettir. Ve hele bu iki müttefik için mutlaka ölümdür.

Talih Almanya'ya böyle bir toprak vermiştir ki o daima iki ateş arasında kalmaya mahkumdur. Körü körüne hesapsız, kitapsız bir nefis itimadı. Tamamen otomatik bir ordu sistemi. Ilk hamlede korkunç bir kuvvet tesiri yapacak.

Fakat bir kere bir tarafı sakatlandı mı tarumar olacak. O çalışkan millet yere serilecektir. Ortada ne Hitler, ne teşkilatı kalacaktır.

Mussolini'nden hiç hacet yoktur. O efendisinin ortadan kalktığı gün yok olacaktır. Atatürk'ün nöbet defterine baktığımızda da o gün Atatürk'ün film izlediğini görmekteyiz. Nöbet defterinde şunlar yazıyor.

Reisi cumhur hazretleri 14:00 uyandılar. Saat 16:00 Marmaray'ı keşif vurdular. 19:00 gece sineması seyrettiler. 03:30'da yattılar. Ruşen Eşref ve Reşit Saffet Bey'i kabul ettiler.

Hitler'in iktidarının ilk yılıyla birlikte Avrupa'da gergin bir hava esmeye başlamıştı. Fakat Hitler Türkiye hakkında olumsuz bir emel beslemiyordu. Özellikle 1936 yılında Türklerin boğazlara kesin hakimiyet sağlaması sonrası onun için Türkiye yanına çekilmesi gereken bir ülke halini almıştı. Sürekli olarak elçiler ve basın aracılığıyla Türk devrimini ve Atatürk'ü övüyordu.

Türkiye bu gergin ortamda Almanya'ya ticari anlaşmalar imzalıyor. Bir nevi savaş öncesi ülkeye katkı sunmak için elinden geleni yapıyor, İngiltere, Almanya, Sovyetler diye ayrım yapmayıp kendi çıkarlarını düşünüyordu.

Yine Hitler'in baskısından kaçan yüzlerce bilim insanı Atatürk tarafından Türkiye çağrılmıştı. Bu ülkede eğitimin gelişmesi için yapılan çok büyük bir reformdu. Bu ünlü profesörler Türkiye'de yüzlerce hoca, binlerce öğrenci yetiştirdi.

Bu hocalara o dönemde sahip çıkmak sanıldığı kadar kolay değildi. Birçok ülke Hitler'den korkusuna bu koşulara kapıları kapatmıştı. Hitler bir süre sonra bu hocaları geri istemiş.

Fakat Atatürk hocaları, hocaların kendi istekleri dışında Almanya'ya yollamamıştı. Yine Hitler o sıralarda Almanya'da büyükelçi olarak görev yapan Atatürk'ün silah arkadaşı Kemalettin Sanık Paşa'ya hiçbir zaman saygıda kusur etmemişti.

Sami Paşa, Hitler'le yaptığı bir görüşmeyi şöyle aktarmıştır. Başvekil dairesine müthiş bir inzibat ve merasimle girdi. Bir münasebet ziyaret etmiştim. Fakat bu defaki şekli merasim çok daha kuvvetliydi.

Hariciye Nazırı Benek Başvekili'n kapısının önünde bekliyordu. İnzibat odasında pek az kaldıktan sonra bizzat Hitler gelerek kendi odasına gelmemizi rica etti. Biraz konuştuktan sonra bir sefir gibi değil.

Bir arkadaş gibi görüşmek istediğimi kendisine söyledim. Hitler çok memnun olurum dedi. Siyasi fikirlerimizin hepsine katıldığını belirtti. Kemalettin Sami Bey geçirdiği bir ameliyat sonrası hayatını kaybettiğinde,  Adolf Hitler'in özel isteğiyle Alman devlet merasimi yapılmıştır. Cenazesi çok görkemli geçmiştir. Tüm devlet erkanı cenazenin önünde selam durmuştur.

Hitler 1935,  1936 yıllarında Mussolini ile oldukça yakınlaşmıştı. Bu durum Türkiye'yi endişelendiriyordu. Çünkü İtalya'nın Akdeniz üzerindeki emelleri herkesin malumuydu.

Yine Hitler zorunlu askerlik kanunu çıkardığında savaşın kapıda olduğu ortaya çıkmıştı. Atatürk'ün yoğun çabasıyla Balkan birliği kuruldu. Atatürk gerekirse bu birliğin başına geçerek komutanı olacağını söylemekten çekinmiyordu
Bugünlerde bazı kendini bilmezlerin madem Yunanlılarla savaştık on yıl sonra neden barış anlaşması imza aldı sorusunun yanıtı işte budur. Atatürk'e göre savaş Balkan topraklarında ilerleyecekti
Atatürk, dünyaya mesaj verircesine ölüm döşeğinde diyenlere inat ağustos 1937  tarihinde Trakya tatbikatını düzenlemiş ve bizzat katılarak askere moral vermiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar
Trakya snırımıza kadar gelecek fakat yönünü Rusya'ya döndürecektir. Hitler ve Mussolini ile ilgili arkadaşı Ali Rıfat Cebesoy'a şunları söylemiştir.

Fuat Paşa pek yakında dünya vaziyeti mütareke senelerinden çok daha ciddi olacak ve karışacaktır. Ikinci büyük bir harp karşısında kalacağız. Dünyaya hakim olan milletleri idare edenlerin arasında maalesef birinci derecede devlet adamı çıkmıyor. Avrupa'da birkaç maceraperest Almanya'yla İtalya'nın başında Cebren bulunuyor. Karşı karşıya geldikleri zayıf devlet adamlarının aciziyetinden cüret alıyorlar. Bunlar bugün dünyayı kana boyamaktan çekinmeyeceklerdir. Işte bu devre esnasında doğru hareket etmesini bilmeyip en küçük bir hata yapmamız halinde başımıza mütareke senelerinden Çok daha büyük felaketler gelmesi mümkündür demişti.

 Yine Atatürk'ün Dışişleri Bakanı olan Tevfik Rüştü Aras bir röportajında Alman İktisat Bakanı'nın bizimle birlikte savaşır mısınız teklifine, savaş çıkarsa tamamen tarafsız kalacağımızı taahhüt ve temin edebilirim. Cevabını verdiğini belirtiyor ve devam ediyordu. 1938 yılında Büyük Önderimiz Atatürk'ü kaybettiğimiz zaman Avrupa açıkça ikici dünya savaşı tehdit altında bulunuyordu

Atatürk'ümüzün tasvibiyle ufukta belirlenen bu savaşta memleketimizin tarafsız kalması kararlaştırılmıştı. Dış politikamızın sevk ve idaresi buna göre yapılmış ve yapılıyordu

Hitler'le Atatürk seçimlerde ve ulusal bayramlarda resmi olarak birçok kez tebrikleşmişlerdir. Bunun haricinde Hinderburg adlı zebninin havada yanması ve 36  kişinin vefatı sebebiyle Atatürk Hitlere'de bir taziye mesajı iletmişti

Yine Hitler'de Atatürk'ün imzalı bir fotoğrafının ve Atatürk'ün bir büstünün olduğu söylenir. Atatürk sürekli olarak İkinci Dünya Savaşı beni yatakta yakalamamalı. Diyor. Ölüm döşeğinde dahi memleket meselelerini düşünüyordu

zaten Hatay'ı da ölümle burun burunayken almamış mıydı? Ülkesi için birçok anlaşmalar yaptı. Boğazları korudu. Ülkenin güneyini, doğusunu batısını
Barış anlaşmalarıyla kurdu. Fakat maalesef 10 Kasım 1938'de bedenen hayatını kaybetti. Hayatını kaybettiğinde Hitler'den şöyle bir mesaj geldi. 

Eksanansları Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı'na
Türk halkına kendim ve Alman halkı adına Atatürk'ün vefatından ötürü derin üzüntülerimi iletirim. Kendisiyle birlikte büyük bir asker mükemmel bir devlet adamı ve tarihi bir kişiliği kaybettik. Kendisi yeni Türkiye'nin kurulmasına damgasını vurmuştur. Türkiye'nin varlığı nesiller boyu yaşayacaktır. 

Hitler birtakım iddialara göre Atatürk ve devrimlerine hayran olduğunu belirtmiştir. Hatta kimi kişiler Atatürk'le Hitler'i bir tutar Fakat Hitler Atatürk'ün askeri dehasına ve devlet adamlığına hiç yaklaşmamıştır.
 1- Akıl dışı eylemlerde bulunmuştur. 
 2- Irkçılık yapmış. 
 3-Milyonlarca insanın ölümüne sebebiyet vermiştir
haksız yere toprak işgal etmiştir. 
 4- Bir adım atarken atacağı ikinci adımı hiç düşünmemiştir. 
 5- hırsları uğruna kendi vatandaşlarını göz göre göre ölüme yollamıştır.