31 Mart 2024 Pazar

Kurtuluş Savaşında Ele Geçirdiğimiz Yunan Gemisi

 


    Kurtuluş Savaşımızda unutulmaması gereken birçok kahramanlık hikayesi vardır. Bunlardan biri var ki duyanı hayrete düşürür. Kim der ki iki kurt kocaman bir filin sırtını yere getirir

Fil Yunan Enosis gemisidir. 1300 ton ağırlığındadır. Kurtsa Rusya'dan Mustafa Kemal Paşa'nın isteği üzerine alınan iki küçük motordan bot yani hafif makineli küçük savaş gemisidir.  Büyük Taarruz'a aylar kala ordumuz Mustafa Kemal Paşa önderliğinde son hazırlıklarını yapmaktadır. Düşmanı yurttan atmak için son atımlık bir kurşun hazırlamaktadır.

Hazırlıklar yapılır. Ordu adeta yoktan var edilir. Düşünün halktan askere çorap verilmesi dahi istenir. Hazırlıklar sürerken Rusya'da bulunan Firuz Bey adında bir memurumuzdan haber gelir. Limanında bir gemi var. Çuvallar dolusu altınla Karadeniz üzerinden Yunanistan'a gidecektir. Haberi alan Ankara derhal Norrasis'e en yakın konumda bulunan limanımıza haber yollar ne yapın, edin, nurlu sisli limanında bulunan gemiyi ele geçirin. Peki bu nasıl olacaktır? Karadeniz'de düşman gemileri devriye atmaktadır. Zaten Rusya'ya gidecek bir savaş gemimiz de yoktur. 

Akıllara, Mustafa Kemal Paşa'nın isteği üzerine Rusya'dan alınan iki küçük savaş gemisi gelir. Bu iki savaş gemisi arızalı olduğu için Trabzon'dan tekrar Rusya limanına yollanmıştır. Enosis Karadeniz'e açıldığında bu iki küçük gemi Enosi'yi zapt edebilir. Fakat bir sorun vardır. Bu iki gemimizde de silah yoktur. Silahlar Trabzon'da bırakılmıştır. Bir plan daha yapılır. Silahlar 18  Nisan 1922 de Şahin motoruna yüklenerek götürülür karanlıktan faydalanıp iki botumuza yüklenir. Botlarımızda toplam 20  görevli personel bulunmaktadır. Bir numaralı gamboton süvarisi Necati Bey iki numaralı Gambot'un süvarisi ise Reşat Bey'dir


Artık her şey tamamdır. Sadece EnOSiS için Karadeniz'e açılması beklenmektedir. Bizim iki gambotumuzun tamiri de yapılmıştır. Artık limanda beklemelerine gerek yoktur. Zaten daha fazla limanda beklemeleri şüphe çekecektir.

İki gambotumuz limandan ayrılır. Fakat Karadeniz'de gezmeleri daha fazla şüphe çekecektir. Üstelik Yunan gemileri devriye atmaktadır. Bir şekilde yakın bir limana girip Enosis'i beklemek zorundadırlar. Ama nasıl bekleyeceklerdir.

Kaptanların aklına dahice bir plan gelir. Iki numaralı bacasından siyah dumanlar yükseltilir. Bu bilinçli olarak yapılır. Bu dumanla geminin alev aldığı izlenimi verilir. Ve gemi Enosis'in bulunduğu limanın hemen yanındaki liman alanına Gelincik limanına bakım için giriş yapar. Bu sırada Enosis'in ne zaman çıkış yapacağını tam olarak öğrenmek için Reşat Bey ve Giritli Mehmet Çavuş yerel bir balıkçı kılına girip Yolcu motoruyla Norveç'e gider. Liman kahvelerinde ve meyhanelerde Yunan tayfalarına sokulur. Geminin 25 Nisan'da hareket edeceğini öğrenir. 25 Nisan günü geldiğimizde iki gambotumuz Gerencik Limanı'ndan çıkıp pusuda bekler

Fakat Enosis gelmez. Personelimiz yakalandığı şüphesiyle bir hayli kuşkuya düşer. Fakat bir gün sonra Enosis'in dumanı uzaktan tütmeye başlar. Gambotlarımız da Enosis'in peşinden yol alır

Fakat olmayacak bir şey olur. Bu sefer gerçekten arıza çıkar. Bir numaralı gambotumuz takibe devam eder. Iki numaralı gambotsa arkadan yavaş yavaş gelmektedir. Kocaman bir geminin yanında minicik kalan gambotumuz


EnOSis'e dur emri verir. Enosisin kaptanı ilk ihtara geminin küçüklüğünü gördüğü için cevap vermez. O esnada Trabzon'dan getirilen top ateşlenir. Karanlık, bir anda aydınlığa bulanır.

Enosis'in içinde bulunanlar güverteye çıkar. Enosis'in kaptanı Leonadis teslim olur. Bu sırada diğer gambotumuz da yetişir. Karadeniz'in ortasında Türk tarafında sevinç, Yunan tarafında şaşkınlık vardır. Gambotumuzdan silahlı beşer, Emekli Yüzbaşı İzzet komutasında gemiye çıkar. Ilk iş olarak geminin telsizine el konur. Ve dünyayla ilişkisi kesilir. Gemide mürettebat dahil 100 yolcu vardır. Bu kadar insan beş ere, kayıtsız şartsız teslim olmuştur.

Gemiye çıkan Yüzbaşı gemide yer alan kişilere Yunanlılarla savaş halindeyiz. Gemiye Büyük Millet Meclisi adına el koyuyoruz. Kimsenin canına zarar gelmeyecektir. Der. Yüzbaşı gemideki askerlik çağındaki personelleri bir odaya kapatır.

Çünkü sayıları oldukça fazladır. Bu sırada Enosis'in kaptanı son ana kadar bir geminin gelip onları kurtaracağını beklemektedir. Ama beklediği gerçekleşmez. Gemi önce Batum'a daha sonra ani bir manevrayla Hopa Limanı'na getirilir. Durum derhal Ankara'ya haber verilir. Operasyonun ilk kısmı başarıyla noktalanmıştır. Şimdi sıra altınları bulmaya gelmiştir. Fakat bu altınlar ilk aramada bulunmaz.

Gemiden sadece ticari mallar çıkar. İran halıları, sığırlar, birtakım gıdalar ve çocuk ayakkabıları, 57 Yunan vatandaşı, 17 gemi personeli ve bir grup diğer milletten insanlar, bu insanlar Rize Limanı'na sevk edilir. Gemi, ticari bir gemi olduğu için içindeki mallar derhal ilgili tüccarlara iade edilir. Bu tüccarlardan biri İtalyan diğeri Amerikan'dır. Gemiye Türk bayrağı çekilir. Törenle Trabzon'a getirilir

Geminin adı Enosis'tir. 1918 de  Fransa'dan alınmıştır. Yeni adı Trabzon olarak değiştirilir. Geminin personellerinden birkaç kişi esir edilir. Bu esirlerden biri iki ay sonra bir itirafta bulunur.

Geminin pis su haznesinin depolandığı kısımda altın ve gümüş var der. Tekrar gemiye çıkılır ve tam 11 çuval altın ve gümüş bulunur. Muhtemelen bu altınlar Rusya'daki eski çar yanlılarının altınlarıydı. Bir kısmı da Büyük Taarruz öncesi Yunan birliklerine verilecekti. Fakat tam tersi oldu. Para Ankara'ya yollandı. Ve Büyük Taarruz öncesi Ordumuza güç kattı.

Yunanlar bu olayın intikamını almak arzusuyla 7 Haziran 1922 tarihinde Samsun'u Amerikan ve Yunan filolarınca üç saat boyunca 400 tane top atışı cevap verir.  Trabzon gemisi kurtuluş savaşında ve Cumhuriyetin ilk yıllarında aktif olarak kullanıldı. Çok sefer yaptı. 1934 yılında emekli oldu. Enosis den çıkarılan ganimetlerin bir kısmı kahraman personellerimize dağıtıldı.


24 Mart 2024 Pazar

Sarıkamış Harekatı



Sarıkamış Harekatı çokça konuşulan, tartışılan ve maalesef kamuoyunda genel olarak yanlış bilinen tarihi bir olaydır


Çoğumuzun Sarıkamış hakkında papağan gibi tekrar edebildiği tek laf 90.000 kişi kurşun atmadan donarak şehit oldu. 


Medyanın da olayı benzer başlıklarla sunması işin tuzu biberidir. Unutmayın medya her zaman duygu sömürüsünü sever. Bundan beslenir. Onlar için olayları anlatmak yerine duygularımızı sömürmek daha kolay ve daha karlıdır



Öncelikle Birinci Dünya Savaşı'nın Kafkasya cephesinde gerçekleşen bu harekatın bu denli yanlış bilinmesinin nedenleri üzerinde duralım. Konu hakkında yüz yıllık bilgi kirliliğinin temel iki sebebi var. Birincisi sansür, ikincisi propaganda


Harekattan sonra olayın baş karakteri olan Enver Paşa daha Harbin başında üçüncü orduyu saf dışı bırakan hadiseyi örtmek ve bunu kamuoyundan gizlemek yolunu seçmiştir. Hemen sıkı bir sansür uygulanmış genel kurmayın cephelerdeki resmi tebliğleri haricinde Savaşın gidişatı, cephelerdeki durumla alakalı haberler basında çıkmamıştı. Zaten Sarıkamış'tan birkaç ay sonra İtilaf Devletleri donanmasının Çanakkale Boğazı'nı zorlayarak tehdit etmeleri üzerine bütün dikkatler Çanakkale'ye çevrildiğinden Sarıkamış'ta yaşananları kimse hatrına bile getirmez olmuştu. Hatta Rusların zafer kazandıklarını açıklaması Osmanlı hükümeti tarafından yalanlandı. Dolayısıyla savaş süresince Sarıkamış'ta yaşananlar bir muamma olarak kalmıştır



olayın günümüze kadar bir masal şeklinde anlatılmasının ve yanlış bilinmesinin asıl sebebiyse propagandadır. Kurtuluş Savaşı'nın en kritik anı Sakarya Muharebesi'nin öncesiydi


Ankara meclisinin ve Mustafa Kemal'in kaderi belirleyecek 1921 yılında yurttan ayrılan Enver Paşa Batum'da beklemektedir. Amacı Milli Mücadele'nin başına geçmekti. Bunun için hazırlık yapan Paşa'yı durdurmak için Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa olaya müdahil oldu


Böyle kritik bir anda Mustafa Kemal'in liderliğinin sallantıya girmesi savaşın gidişatı açısından tehlikeli olacaktı. Kazımpaşa Ankara'da bulunan Fevzi Paşa ile Mustafa Kemal Paşa'yı durumdan haberdar etmişti



Kazım Karabekir Paşa, Enver'in Anadolu'ya geçişine mani olmak için onun şahsına hücum edilerek halk nezdindeki itibarının ve etkisinin yok edilmesi gerektiğini, bunun için de basın yoluyla aleyhinde bir kampanya başlatılması gerektiğini tavsiye etmişti


Mustafa Kemal Paşa'nın da onayı ile kampanya başladı. On yıllardan bu yana tekrar ettiğimiz repliklerin çoğu işte o günlerde ortaya çıktı. 90.000 asker kurşun sıkmadan öldü. Ordu bile bile ölüme yollandı


askerlerin ayağında ayakkabı bile yoktu. Çölden gelen çıplak ayaklı askerler dağlara sürüldü. Ve benzeri şeyler. Kampanya çevresinde birtakım düzmece haberler ve yorumlar da yayınlandı bunlar arasında Enver'in Almanlardan para alarak devleti savaşa soktuğu ve memleketi harabeye çevirerek kaçıp gittiği, şimdi de Ruslardan para alarak bolşevik olduğu, dinden çıktığı, Bolşevik ordusuyla Anadolu'ya girip kadınları erkeklerle birlikte gezdireceği vesaire haberler yayıldı. Ankara hükümeti ve Kazım Karabekir bunu şahsi meselelerden dolayı yapmamıştı. Hatta hayatının sonuna kadar Enver Paşa'ya sevgi ve saygı besleyen Karabekir Balkan Savaşı sonrası bir suçlamadan dolayı Divanı hakkında verilen ordudan atılarak memleketten ihracına ilişkin kararı Enver Paşa'nın yırtıp atması sayesinde askerlik hayatının devam ettiğini ve bu sayede milli mücadelede vatana hizmet edebildiğini söylemektedir



Bu kara propagandanın yapılmasının sebebi o günün siyasi şartlarıydı. Milli Mücadele'nin bölünmemesi için o gün gerekli görülmüş bir tedbirdi. Ama gelin görün ki o gün yapılmak zorunda olan bazı şeyler bugüne dek değiştirilmeden geldi


ve Sarıkamış gerçekleri hiç bilinmedi ya da bilinmek istenmedi. Toparlayacak olursak önce sansür, ardından propagandadan dolayı Sarıkamış üzerinde yok olmayan kara bir bulut oluştu


Kış Kuşatması. Şimdi gelelim harekatın gerçekte nasıl yapıldığına. Almanya Cihan Harbi başladığından beri Batı'da Fransa ve İngiltere, doğuda Rusya'yla savaş halindeydi



Almanya'nın batı cephesinde ağustos ayındaki hızlı ve başarılı harekatı Eylül'de Marm Muharebesi'yle kırılıp siper harbi başlayınca ve Doğu Cephesi'nde de müttefik Avusturya-Macaristan ordusunun Ruslar karşısında perişan olması üzerine Almanya neredeyse tek başına Ruslarla harp etmek durumunda kalmıştı. Işte bu sıkışık durumdayken Osmanlı Devleti'nin bir an evvel savaşa girerek Rusları ve İngilizleri meşgul edecek birer cephe açıp Almanya'nın yükünü hafifletmesi gerekiyordu


Osmanlı ise bir yandan savaşa hazırlanıyor, diğer taraftan da İngiltere'yle ittifak yapmaya çalışıyordu. İngiltere'yle anlaşma sağlanamayınca Osmanlı Hükümeti kasım 1914 Almanya'nın yanında savaşa girdi



Rusların Kasım 1914 Kafkasya'dan saldırmasıyla savaş Türkler için başladı. Köprüköy ve Azap muharebeleri yapıldı. Bu muharebelerde üçüncü Osmanlı ordusu sayıca kendinden daha az olan Rus kuvvetlerini geri püskürtmeye muvaffak olmuş kısmi başarılar kazanmıştı


Ancak zayıf Rus ordusunu ezebilecek kuvvetteki üçüncü ordu Ruslara kati darbeyi vuramamıştı. Ordu Komutanı olan Hasan İzzet Paşa'nın aşırı temkinli olmasından kaynaklı azap muharebesi bitiminde ordu hiç gereği yokken 15 kilometre geriye çekilmişti


Halbuki Ruslar da bu sırada geri çekilmekteydi. Üçüncü ordu kumandanlığı tereddütler ve endişeler içindeydi. Karşı tarafın da çekinceleri vardı. Ruslar Türklerden, Türkler Ruslardan korkuyordu


Üçüncü ordunun Ruslara kesin darbe uğramaması üzerine Enver Paşa durumu tetkik ve bir baskın harekatının yapılıp yapılamayacağına dair rapor hazırlaması için Genel Kurmay İkinci Başkanı Yarbay Hafız Hakkı'yı Erzurum'a yolladı.



Şehre gelen hafız hakkının raporları doğrultusunda gevşek davrandığı düşünülen ve savaşa muhalif olan komutanlar görevden alındı. Hafız hakkı da oradaki onuncu kolordu komutanlığına Albay rütbesiyle atandı. Hafız Hakkı Kolordu Kumandanı olur olmaz daha önce İstanbul'da kendisiyle beraber Enver Paşa ve bronzertpaşanın birlikte hazırladıkları ve üçüncü ordu komutanı Hasan İzzet Paşa'nın da iştirak ettiği Sarıkamış Harekatı'nın tatbiki için hazırlıklara başlandı. Esasında Hasan İzzet Paşa daha Eylül ayında savaşa girilmeden önce Bu harekatın prototipi denilebilecek bir taarruz planını genel kurmaya arz etmişti. Yani plan baştan beri bir Osmanlı planıydı. Enver Paşa orduyu harekete geçirmek ve yapılacak harekat hakkında son düzenlemeleri yapmak üzere 12 Aralık'ta Erzurum'a geldi


Üç gün süren müzakerelerden sonra taarruz planı son şeklini aldı. Taarruzun 22 Aralık'ta başlamasına karar verildi. Taarruz planına göre üçüncü orduyu oluşturan üç kolordudan on birinci kolordu Rusları Aras Nehri kuzeyinde cephede tutar dokuz ve onuncu kolordular düşmanın sağ yanından bir yay çizerek arkasına düşecek ve sağ cenahtan kuşatılan düşman çekilmesine meydan verilmeden yenilgiye uğratılacak ve esir edilecekti


İkinci Dünya Savaşı belgesellerindeki Alman taktiklerine benzemektedir. Çünkü Türk Genel Kurmayı planı Almanların iki Rus ordusunun yendiği Tanenberg Savaşı'ndan ilham alarak hazırlamışlardı


görev üçüncü ordu komutanı Hasan İzzet Paşa'ya verildikten sonra Enver Paşa geri dönecekti. Fakat İzzet Paşa'nın çekimserliği ve tereddütü ortaya çıkınca işin başa düştüğünü anlayan Enver Paşa ordu komutanlığını aldı. Bu olmaması gereken bir durumdu


Çünkü Enver Paşa Genelkurmay Başkanı ve Harbiye Nazırı'ydı. Direkt cephede ordu yönetmesi tedbirsizlikti. Ama Enver Paşa daha da ileri giderek cephe hattının ortasına dahi atlayacaktı. Satrançta şahı en önde koşturmaktı aslında bu


Enver Paşa bunu elbet biliyordu. Ama cephedeki komutanlarına tam olarak güvenmediğinden olsa gerek harekata dokuzuncu kolorduyla katılmıştı. Sarıkamış Harekatı 22 Aralık günü başladı


Plana göre dokuzuncu kolordu Koşa bölgesinden hareket ederek 23 Aralık'ta Çatak 24 Aralık'ta Yeniköy Kötek arasında Rus cephe hattının arkasına düşecekti. Onuncu Kolordu ise Tortum bölgesinden hareket ederek bir tümeniyle Narman'ı diğer iki tümeniyle Oltu'yu zapt ederek Rusları geri attıktan sonra 24 Aralık'ta Bardız'da olacak. Buradan Sarıkamış bölümü emniyete aldıktan sonra dokuzuncu kolorduyla beraber Rus ordusunu çevirecekti.


Bu bir baskın harekatıydı ve Rusların hiç beklemediği bir anda. Yani kışın yapılması gerekiyordu. Hazırlanan plan buydu. Ancak uygulama şöyle oldu. Albay Hafız Hakkı kolorduyu oluşturan tümenlerden otuz ve otuz ikinci tümenle birlikte hareket ederken otuz birinci tümen Narman yolu üzerinde yürüyerek her iki Kolordu arasında irtibat sağlamak üzere dokuzuncu kolordu emrine verilmişti. Bu tümen Narman'ı ele geçirdikten sonra Oltu yönünde ilerleyerek burada kolordusuna katıldı


Oltu'dan sonra güneye bardız yönüne dönmesi gereken onuncu kolordu Rus birliklerinin peşine takılarak otuz ve otuz birinci tümenlerle Kosar'a doğru gitti. Yalnız otuz ikinci tümen güneye döndürülerek Bardız yönüne ilerledi


işte tam bu nokta felakete giden süreci başlattı. Harekatın en büyük hatalarından biri yapılıyordu. 25 Aralık'ta Sarıkamış batısında Rus ordusunun arkasına düşmesi planlanan onuncu kolordu yürüyüş hedefinden saparak yolunu uzatmıştı Oltu'nun alınmasından sonra çok fazla zaman kaybedilmişti. Hafız hakkı bunu telafi etmek için birlikleri Allahuekber Dağları'ndan aşırıp Sarıkamış'a çıkarmaya karar verdi hızlanmak adına askerlere çantaları bıraktırıldı. Ve yasak olmasına rağmen gece yürüyüşü yaptırıldı. Dağlarda fırtına ve tipiye yakalanan birlikler büyük zayiat vermişti. Işte donarak şehit düşenlerin çoğu onuncu kolordu askerleriydi


26 Aralık gecesi vardı ki fırtınanın inlettiği dağlarda binlerce asker beyaz karların kollarında ruhunu teslim etmişti. Birlikler son derece değerli olan vakitlerini de 2-3.000 rakımlı Allah'u Ekber Dağları'nda kaybetmişlerdi


Dokuzuncu Kolordu ise Enver Paşa yanında olduğu halde aynı tarihte yola çıktı. Ve 24 Aralık günü Bardız'a vardı. Buradan Kötek yönüne dönerek cephe arkasındaki Rus ihtiyatlarına baskın vermesi gerekirken Hafız hakkının ilerlemesi üzerine onlar da plan değiştirmek zorunda kaldı. Enver, hafız hakkı yalnız bırakmamak için yönünü kötekten Sarıkamış'a çevirdi. Bunda yakalanan bir esirin Sarıkamış'ın boş olduğunu söylemesi de etkilidir


harekat planı tamamen delinmiş, ordu karargahı olayların akışına kapılmış, hazırlanan ilk planda hiçbir önemi ve önceliği bulunmayan Sarıkamış kasabası, harekatın tek hedefi haline gelmişti


Plana sadık kalmamak, facianın en büyük nedenlerindendi. Acele ettirilen dokuzuncu kolordu, 25 Aralık'ta Sarıkamış önüne gelmeyi başardı. Dokuzuncu kolordu gelmişti. Ama aynı gün orada olacağı söylenen onuncu kolordu ortada yoktu


Hafız Hakkı Bey'in söylediği tarihte oraya gelebilmesi imkansızdı. Çünkü yol üzerinde aman vermez, Allahuekber Dağları vardı. Kış, Osmanlı onuncu kol ordusunu pençeleri arasına almıştı


Hafız hakkı ve birlikleri dağı aşıp ancak 29 Aralık günü Beyköy Başköy hattına gelebilmişti. Geldiklerinde tümmenlerin savaş gücünün sadece yüzde 20 kalmıştı Dokuzuncu Kolordu'da onları beklerken 4-5 gün boyunca tek başına kar üstünde beklemiş, savaşmış ve kuvvetlerini eritmişti. Gerçekten de 25 Aralık gecesi boş olan Sarıkamış Türklerin baskın harekatına giriştiğini duyan Ruslar tarafından dolduruldu


Kars'tan gelen takviyeler ve özellikle ana hattan yetişen kuvvetler Sarıkamış'ın imdadına yetişti. Ruslar, Osmanlı saldırısını beklemiyorlardı. Bölgede bulunan 60.000 Rus askeri ve General Micleyevski saldırı başlayınca panikledi. Tüm ağırlıkları bırakıp asıl savunma noktası olan Kars'a çekilmeyi düşünmüştü. Ama Ermeni köylerinden gelen istihbarat onun elini kuvvetlendirdi. Ruslar için asıl talih ise tamamen bir rastlantı oldu


24 Aralık günü Oltu'dan ayrılan onuncu kolordunun Kurmay Başkanı Yarbay Nasuhi, kötü bir tesadüf eseri Ruslarla karşılaşıp esir düşmüştü. Üzerinden çıkan kuşatma harekatını içeren taarruz emri, Rusların eline geçti


Ruslar da kuşatılmamak adına derhal harekete geçti. Kars'tan takviye alıp Sarıkamış'a yönlendirdiler. Asıl birliklerini de yavaş yavaş geri çekmeye başladılar. Buradaki bir beceriksizlik de on birinci kolordu komutanı Galip Paşa tarafından yapıldı


Paşa Ruslara cepheden yapışıp arkaya kaçmalarını önlemekle görevliydi. Ama bunu tam olarak beceremeyince Ruslar Birlikleri yavaş yavaş kuzeye kaydırmayı başardı. Galip Paşa'nın bu beceriksizliği sonradan gözden düşmesine yol açtı


Dokuz ve onuncu kolordu art arda hücumlar yapmaktaydı. Ama burada bir sürü sıkıntı vardı. Dokuzuncu kolordu komutanı İhsan Paşa harekatın başarısına inanmadığı için Enver Paşa ile sürekli ters düşüyor


Enver Paşa sayısal üstünlük onlarda olduğu için Sarıkamış'a bir an evvel ulaşıp tabiri caizse kapı almak istiyordu. Dinlenilmesi gerektiğini söyleyen İhsan Paşa ise taarruzları bekletiyordu. Saldırılara aralık verilmesi, Rusları çok rahatlatmış, şehir takviyeyle doldurulmuştu her şeye rağmen Türk birlikleri kimi zaman Sarıkamış'ın kenar köylerini dahi ele geçirmekteydi. Fakat bu kanlı çatışmalarda Osmanlı askerleri gerçekten de mevcudunun çok azını kullanıyordu


Bunun bir sebebi yollarda yancı ve artçı olarak bırakılan birliklerdir. Mesela onuncu kolordunun bir tümeni Bardız'da düşmana karşı yancı kalmıştır. Dokuzuncu kolordunun da iki alayı gerilerde kalmıştı. Karlı tipi bir havada yapılan harekatta yürüyüş derin zaman zaman 15-20 kilometreyi bulduğundan soğuktan fazlasıyla etkilenen erler civar köylere mezralara dağılıp saklanmaktaydılar. Aynı durum onuncu kolordunun Allah'u Ekber Dağları'nı aşması esnasında da görülmüştür. 


Sarıkamış önünde muharebe devam ederken her iki kolordudan subaylar gerilere gönderilerek, civar köylerde dağılıp kalmış askerler toplanıp getirilmekteydi. 26 Aralık'tan 4 Ocak tarihine kadar Sarıkamış önündeki mücadele Işte bu gerilerden toparlanan ve parça parça cepheye gönderilen askerlerle sağlanmıştır. Tam bir hücum yapılamaması Türkler için can sıkıcıydı. Aralık 31 Enver Paşa artık başarı şansının kalmadığını anladı


Ruslar sayı üstünlüğünü o gün ele geçirmişlerdi. Önce geri çekilme kararı verdi ama ardından savunmada kalınmasını istedi. On birinci Kolordu'nun Rusları iterek yardıma gelmesi isteniyordu. On birinci kolordu düşmanı itmekteydi itmesine Ama diğer kolordulara yardım edemedi. Harekat başarısız olmuştu. Türkler kış kuşatmasında karlara gömülmüştü adeta. Uygulanabilirliği yüksek olan Sarıkamış Harekatı boyunca talihsizlikler ve beceriksizlikler ordunun yakasını bırakmamış


Özellikle kış şartları Osmanlıları çok zorlamıştı. Birlikler arasındaki haberleşme sıkıntısı da yenilgiyi getiren sebeplerdendi. Daha harekatın başında 23 Aralık'ta onuncu kolordunun otuz bir ve otuz ikinci tümenleri Oltu yakınında birbirini düşman zannederek saatlerce çarpışmıştı. Sonunda durum anlaşılmış ise de bu yanlışlık boşu boşuna verilen birkaç yüz zayiata sebep olmuştu


Ikili sarma yapılan bu harekatta iletişim ve senkron çok önemliyken kolordular bırakın iletişim kurabilmeyi, bazen birbirlerinin nerede olduğunu dahi bilmiyordu. Aslında harekatın en büyük sıkıntısı kriz yönetimi eksikliği ve B planının olmayışıydı


Evet bir A planı vardı. Ama koşulların bu kadar ağırlaşabildiği bir ortamda ve sapmaların çok fazla olduğu anlarda ordunun bir ikinci planı yoktu. Enver Paşa'nın önce geri çekilme kararı alması sonra da vazgeçip savunmada bekleme kararı alması bu plansızlığı net göstermektedir


işler sarpa sardığında işi kurtarabilecek yedek taktikler ortada yoktu. Belki de komutanların aklında bir şeyler olmuş olabilir. Ama kış koşullarının ağırlığı ve kontrolün kaybedilmesi bu yedek planları uygulamaya imkan vermemiş olabilir


Burada kontrolün kaybedilmesini güzel bir tabir olarak düşünüyoruz. Gerçekten de harekatın gelişim sürecini güzel özetleyebilecek bir ifade. Enver Paşa ve Türk komuta kademesi kara kışta ordunun kontrolünü kaybetmişti


Enver Paşa 4 Ocak'ta hafız hakkı terfi ettirip Sarıkamış'tan ayrılmak zorunda kaldı. Çünkü esir düşmesine ramak kalmıştı. Böyle bir durum savaşın genelini etkileyebilirdi. Gerçi bir ara ölümü kafaya koymuş, vasiyetini dahi yazmıştı


Paşa'nın cephe hattının gerisine çekildiği gün, Ruslar taarruza geçti. Ve Dokuzuncu Kolordu Komutanlarını esir aldılar. Onuncu kolordudan kalanlar ise Bardız'a çekilebilmişti. 9 Ocak'ta üçüncü ordunun başına hafız Hakkı'yı bırakan Enver Paşa Buruk beğenilmiş bir şekilde İstanbul'un yolunu tuttu. Dokuz ve onuncu kolordu enkazlarıyla on birinci Kolordu birlikleri de 19  Ocak'ta Köprüköy hattına geri çekildi. Böylece hareket artık bitmiş oldu


Kötü planlama, kötü yönetim ve kış koşulları Kafkasya'da yenilgiyi getirmişti. Her halükarda harekatı devam ettirme kararı verilmek suretiyle birlikleri yerine getirilmesi çok zor hedefler gösterilmiş. Erlerden de beşeri kudretin üzerinde gayret göstermesi beklenmişti


Bu da yenilgiyi felakete götürmüştüm. Sayılar, Kayıplara gelecek olursak da karşımıza şöyle rakamlar çıkmaktadır


Dikkat edilmesi gereken ve herhalde en çok merak edilen konu 90.000 kişinin tek bir kurşun dahi atmadan şehit düşmesi konusudur. Şimdiye kadar anlattıklarımızdan zaten ortada bir savaş olduğunu gördünüz. Yani tek bir kurşun atmadan herkes dondu. Safsata ne kadar boş olduğunu siz de rahatlıkla görüyorsunuz. Sarıkamış felaketinin sebep olduğu insan kaybı konusunda maalesef kaynaklarda mutabakat yoktur. 25.000 kişiden 120.000 kişiye kadar rakamlar verilir


Bu konuda genel kurmayın çıkarmış olduğu kitaplardan ve akademik çalışmalardan çıkardığımız ortak sonuç şudur. Kuşatma harekatına katılan dokuz ve onuncu kol orduların muharip mevcutu. 45-50.000 kişi. Rusları cephede tutan on birinci Kolordu'nun muharip mevcudu 22.000. Yani üçüncü ordunun muharip gücü 75.000 civarında. Buna gayri muharip ve çeşitli görevlerde olan askerler de eklenince kağıt üzerinde toplam sayı 110-120.000 buluyor


Rusların defnettiği dokuz ve onuncu kolordu er sayısı 23.000. On birinci Kolordu bölgesinde şehit sayısı 10.000. Başta Tifus ve hastalıktan vefat eden er sayısı 20.000 Esir sayısı 7.000. Aşağı yukarı şehit sayısı 60.000 civarı ki, bu sayı gerçekten çok büyük bir kayıp. Burada amaç on bin, otuz bin, kırk bin, altmış bin ya da doksan bin davası değil. Amaç Türk ordusunun tek bir kurşun atmadan safsatasının yanlışlığını göstermek. Işin doğrusu şudur ki uğranılan bu zayiatın içinde hakikaten soğuktan donarak şehit olanlar varsa da pek çoğu sıcak çatışmada Ruslarla harp ederek vurulup düşenlerdir


Rusların yarısı ölü olmak üzere 10.000 donmuş er, 30-35.000 zayiatlarının olması da zaten kurşun atamadan şehit oldular sözünü boşa çıkarmaktadır. Türk harp tarihinin bir faciası, Türk milletinin elemli bir hatırası olan Sarıkamış Harekatı aynı zamanda eşine az rastlanır bir kahramanlık destanıdır. Bu hareket esnasında Türk askeri her zamanki itaatkar, fedakar yönünü göstermiş, beşeri takatin üzerinde kendisinden istenen vazifeyi yerine getirmek uğruna gayret göstermiş Vazifesini yapmak uğruna dağ başlarında donmayı göze almış. Ancak maalesef bu fedakarlığını zaferle taçlandıramamıştır. Belgeli harekatı kötü yöneten Sarıkamış'ın baş karakterinin umudun bittiği anda ettiği sözlerle bitiriyoruz


Iyisiyle kötüsüyle bir söz hakkı da ona vermek gerekiyor olabilir. Şimdiye kadar asker ve zabitler hiç kusursuz harp ettiler. Her manevrayı yaptılar Eğer muvaffak olamazsam son neferimle beraber öleceğim. Bu halde vasiyettim. Ben vazifemi yaptığımı sanıyorum ve öyle ölüyorum. Düşmana sonuna kadar karşı koyunuz. Herhalde sonunda muvaffak olacağız Ben hareketime pişman olmadan kalben müsterih olarak ölüyorum. Yaşasın dinim, vatanım, padişahım. Enver Paşa. 

Baba Begüm dağları yeşil boyandı kim yattı kim uyandı, Gözlerim ağır kalbime ateş düştü....




17 Mart 2024 Pazar

Atatürk'ün Fedaisi Topal Osman

 



Osman, ticaretçi bir ailenin çocuğu olarak Giresun'da dünyaya geldi. Oğuz Boyu'nun Çöp Nikolu'ndandı. Doğduğu Giresun topraklarında o sıralar bir hayli Rum nüfusu bulunmaktaydı ve bu Rumlar Karadeniz'in adeta en zenginleri durumuna gelmişlerdi. Osman daha çocuk yaşında birbiriyle zıt yaşayan bu iki toplumun da farkındaydı. Yaşı ilerledi. Ticarete atılarak iyi paralar kazanmaya başlayınca eşine dostuna haklı sayılır yardımlar yapmaya başladı, cömert tavrı sayesinde ona Osman Ağa lakabını taktılar. Zaman ibresi 1912 yılını gösterdiğinde Balkan Savaşı kapıda göründü. Osman Ağa koşa koşa askerlik şubesine gidince bir şokla karşılaştı

 

Çünkü babası ve amcası para karşılığında Osman'ı askerlikten muaf ettirmişti. Onların kendisine danışmadan böyle bir işlem yapmasına öfkelenen Osman Ağa yanındaki 65  arkadaşıyla gönüllü olarak savaşa katıldı


Ayrıca kendi ve ekibinin silah ve giyecek masraflarını kendi cebinden karşıladı. Balkan Savaşı tüm şiddetiyle devam ederken patlayan bir düşman topu Osman Ağa'nın diz kapağına büyük bir zarar verdi. Doktorlar ona, bacağının kesilmesi gerektiğini önerse de Osman Ağa, Yeryüzünde bacaksız gezip dolaşacağıma öbür dünyaya iki bacakla gitmeyi yeğlerim diyerek bu teklifi reddetti. Doktorlar onu ameliyat etmek isteyince de beni bayıltmadan ameliyat edin dedi. 


Sonrasında 9  ay boyunca yatan Osman Ağa ayağa kalktığında topallaştı. Ve bugün bildiğimiz Topal Osman Ağa adını aldı. 


Birinci Dünya Savaşı patlak verince topal ayağıyla Enver Paşa'nın gizli birimi olan teşkilatı mahsusaya katıldı. Zaten kendini bildi bileli ittihatçıydı. Daha iyileşmeyen ayağıyla Ruslara karşı savaşa gireceğini söylediğinde ailesi ve köylüleri bu ayakla savaşa gitmediği ona baskı kursa da Topal Osman çok sert çıktı. Onlara ben size hacca giderken hacca gitmeyin desem ne derdiniz? Diye cevap verdi. Köylüler o bir görevdir. Mutlaka gitmemiz lazım dediler



Osman Ağa da onlara, o görev ise bu iki misli görevidir. Beni kimse yolumdan geri koyamaz diyerek cepheye gitti. Bu sefer yanında 93  gönüllü vardı. Topal Osman'ın ekibinden 6 kişi şehit oldu. Savaş devam ederken sakat bacağı ona iyice zorluk yaşatmaya başladı


Hal böyleyken üstüne bir de Tifo hastalığına yakalandı. Vücudu artık savaşa el vermiyordu. Ve memleketi Giresun'a geri döndü. Memleketinde dinlenmektense asker toplamaya devam etti


Koltuk değnekleriyle 1500  kişiyi daha Türk ordusuna dahil etti. Ardından yine cepheye koştu. Geçen ayların ardından 1918 Mondros Ateşkes Anlaşması'yla savaşa nokta koyuldu. Osmanlı yenilmişti ve emperyalistlerin ağır talepleri Osmanlı'ya kabul ettirilmişti


Topal Osman, hüzünle Giresun'a döndüğünde burada büyük bir sorunla karşılaştı. Osmanlı'nın yenilgisiyle iyice şımaran Pontus çeteleri ayaklanmaya başlamıştı. Rumlar artık bağımsızlık ateşiyle yanıp tutuşuyordu. Ve bu amaçla birçok insanı katlediyorlardı


Bunun yanında evler kundaklanıyor ve gasplar gerçekleştiriliyordu. Giresun halkı Topal Osman'ın dönüşüyle umutlanmışlardı. Çünkü Pontus çeteleriyle mücadele edebilecek tek kişinin o olduğu fikrindeydiler ve hayatını vatan için adayan Topal Osman'a görev göründü. Topal Osman ilk olarak memleketin ileri gelenlerini toplayarak bu konuda bir fikir alışverişi yaptı. Pontus çeteleriyle daha iyi mücadele etmek için belediye başkanı olmak istedi mevcut Belediye Başkanı Topal Osman'a çok güveniyordu. Ve sağlık sorunlarını bahane ederek görevi Topal Osman'ı devretti. 


Pontus'la mücadelenin bir diğer adı olarak Giresun Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuruldu. Sonrasında Topal Osman ve Cemiyeti şu kararı verdi


Padişahın düşmana teslim oluşu ile ondan ümidimiz kesilmiştir. Artık kendimizi kendimiz kurtaracağız. Osman Ağa'nın bu girişimlerinden haberdar olan Rumlar, onu İngilizleri şikayet etti


Bunun üzerine Osmanlı Hükümeti Osman Ağa hakkında tutuklama kararı çıkarttı. Ancak Türk halkı ve ileri gelenler Topal Osman'ı teslim etme niyetinde değildi. Onu başka şehirlerde saklamaya ve korumaya başladılar. Böylece Osman Ağa firar bir şekilde oluşumunu büyütmeye başladı



O sıralar Topal Osman'ın Giresun dışında olmasını fırsat bilen Pontusçular iyice yoldan çıkmıştı. Yunan gemileri de buraya demir atmıştı. Ve işgal ileri seviyeleri yükselmişti. D
üşman askerler topraklarda cirit atarken, Türk milletinin gözleriyse Topal Osman'ı arıyordu. Işler iyice kızışmıştı. Rumlar şehrin merkezindeki bir okuldan Türk bayraklarını indirerek yerine yirmi metre boyutunda bir Pontus bayrağı dikti


Rumlar bunu yaparken çok rahattılar. Nasıl olsa Osmanlı ordusu terhis edilmişti. Ve Türk halkı silahsızdı. Direnişin tek ümidi Osman Ağa hakkında da zaten yakalama kararı vardı. Yaşanan bu olaylar sonunda Topal Osman bu haberi alınca öfkeyle yerinden fırladı. Uşaklar, taşkışlaya bayrak çekmişler, doğru Giresun'a diyerek yola koyuldu. Giresun'a geldiklerinde Topal Osman'ın çeteleri tarafından okulun etrafı tamamen sarıldı. Osman Ağa emri verdi, çekin alın şu paçavrayı aşığı. Burası Türk vatanı dedikten sonra Pontus bayrağı indirildi. Topal Osman, Pontus bayrağını ayaklarıyla çiğnerken Pontus çetesi olayları uzaktan izliyordu. Ve Topal Osman'ın karşısına dahi çıkamadılar.


Sevinçten coşan Türk halkı gözlerinde tatlı minnet yaşlarıyla yaşa, var ol Osman Paşa diye bağırıyor, onun eline ve ayağına sarılıyordu. Sonra Osman abi adamları havaya ateş ederek geldikleri güzergahtan şehri terk ettiler. 


Bu olay Rumları son derece rahatsız etmişti. İngilizlerse Osmanlı hükümetine bu şikayeti iletti. Ve el atması gerektiğini söyledi. Hükümet bir Osmanlı subayını, Topal Osman'a müdahale etmesi için görevlendirdi


Ancak bu subay tıpkı Topal Osman gibi düşünüyordu. Ülkenin kurtuluşu için mücadele eden başka kişilerin de olması onu memnun etmişti. O kişi kim miydi? Mustafa Kemal Paşa


Milli Mücadele Başlatma fırsatı Mustafa Kemal Paşa'nın ayağına kadar gelmişti. Ardından Bandırma vapuruyla Karadeniz'e Samsun'a doğru yola çıktı. Samsun'dan sonra Havza'ya geçen Mustafa Kemal Paşa'nın aklında derin bir soru vardı. Pontus'çuların tir tir titrediği, Topal Osman kimdi.



Rivayete göre onunla bir an evvel tanışmak istediğini aracılara iletti. Topal Osman, Mustafa Kemal Paşa'nın samimiyetine inanınca bir görüşme gerçekleşti. Mustafa Kemal Topal Osman'ı ayakta karşıladı. Hoş geldin Osman Bey, buyur otur

 

Samsun'da seni anlata anlata bitiremediler. Sana Ağa denince ben seni daha yaşlı, kelli felli, sakallı bir adam zannediyordum. Sen epey gençmişsin dedikten sonra uzun bir konuşmaya girdiler. Yine rivayete göre Mustafa Kemal Topal Osman'a hiç durma teşkilatını yap başkanlık makamına otur. Sen kaçıp dağa çekileceğine Pontus'çular kaçsın dedi. Ardından Topal Osman isyan bayrağını çekti ve yeniden kendini Giresun Belediye Başkanı ilan etti. Mustafa Kemal kısa bir süre sonra Osman Paşa'yı Ankara'ya davet etti ve ondan kendisine muhafızlar temin etmesini istedi. Yani uzun yıllar boyunca Mustafa Kemal Paşa'yı Topal Osman'ın uşakları korudu. Ardından Giresun'a dönen Topal Osman hakkındaki yakalama kararı idam kararına çevrildi


Ancak direnişçiler tarafından epey sevilen Osman Ağa'nın idam kararı baskılar sonucunda kaldırıldı. Topal Osman artık özgürdü. Topal Osman Pontus'a karşı büyük bir mücadeleye başladı. Sindirilmiş Türk milleti ayaklanmıştı. Depontusçulara haddini bildiriyordu


Bunun üzerine Pontusçular ona bir suikast düzenlemeye çalışsa da başarısız oldular. Ardından Erzurum Kongresi gerçekleştirildi. Bu kongrede bazı kişiler Mustafa Kemal'e muhalif tutumlar sergilemişti. Onlara göre vatan savunması bu şekilde olmamalıydı. Ve Mustafa Kemal'in başaramayacağını düşünüyorlardı. Topal Osman Mustafa Kemal'e muhalif olanları epey sinirlendi. Ve onları tehdit etti. O Mustafa Kemal'e kanının son damlasına kadar bağlıydı. Ve ona inanıyordu


Ancak isyanlar Pontusçularla bitmiyordu. Doğu'da Koçgir isyanı denen bir ayaklanma başladı. Koçgiriler biz bağımsızlığımızı ilan ettik. Bunu kabul edin deyince Mustafa Kemal bu isyanı bastırması için Topal Osman'ı görevlendirdi. Bunun üzerine harekete geçen Topal Osman, isyanı birliğiyle birlikte sert bir şekilde bastırdı. Ancak ülkede dertler bitmiyordu. Her bir yan işgal altındaydı. Topal Osman sonrasında Sakarya cephesine doğru yöneldi.


Sakarya meydan savaşına katılan Giresun biriminin büyük çoğunluğu şehit düştü. Ve büyük zaferi elde edinceyse ona İstiklal Madalyası verildi ve yarbaylığa terfi edildi. Ardından Ankara'da kendisine hediye edilen bir evde yaşamaya başladı


Fakat 1923 yılında Topal Osman'ın adı onun sonunu getirecek bir olaya karıştı. Öncelikle olayın altyapısını bilmemiz gerek. Birinci mecliste iki grup vardı. Bir grubun lideri Mustafa Kemal Paşa, diğer grubun lideri ise Ali Şükrü Bey'di

 

Ali Şükrü Bey Trabzon milletvekiliydi. Ve Mustafa Kemal Paşa'ya amansız bir muhalefetti. Savaşın sürdüğü sıralar düzenli orduya karşı çıkmış ve çete savaşını savunmuştu


Bunun yanında saltanatın kaldırılmasına şiddetle karşı çıkıyordu. Ali Şükrü Bey, Mustafa Kemal hakkında çok sert yazılar yazan ve çok sert konuşmalar yapan biriydi. Lozan Anlaşması gündemdeyken Ali Şükrü Bey'i Lozan'a da şiddetle karşı çıkmıştı

 

Oturumu yöneten Ali Fuat Bey o anları şöyle anlatıyor. Mustafa Kemal Paşa konuşurken hava oldukça gergindi. O konuşuyor ama sözü kesiliyordu. Sözlerini tamamladıktan sonra Ali Şükrü Bey ben de konuşacağım dedi. Gazipaşa hiddetli bir tavırla bir haftadır konuşuyorsunuz. Memleketi zarar görmüş ilan ediyorsunuz. Maksadınız nedir? Diyerek kürsüden asabi bir şekilde inerek Ali Şükrü Bey'in üzerine yürüdü. Iki grup karşı karşıya gelmişti ve olay birbirlerine silah çekmeye kadar varmak üzereydi


Ve bir gün Ali Şükrü Bey şaibeli bir şekilde ortadan kayboldu. Polisler, zabıtalar, askerler var gücüyle Ali Şükrü Bey'i aramaya koyuldu. Ve sonra Çankaya yakınlarındaki Dikmen Deresi'nin başladığı yerde cesedi bulundu

 

Ali Şükrü Bey'in ölümü üzerine toplanan deliller sonucunda bu cinayeti Topal Osman'ın işlediği kararına varıldı. O sırada meclis karışmıştı. Ali Şükrü Bey taraftarları bu cinayete azmettirildiğinin Mustafa Kemal Paşa olduğunu düşünmekteydi

 

Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni Bey mecliste yaptığı konuşmada Ali Şükriye kıyam bilekleri keseceğiz. O bilekler isterse sırmalı paşa bilekleri olsun diyerek üstü kapalı bir şekilde Mustafa Kemal Paşa'yı işaret etmişti. Bu gelişmeler üzerine


Mustafa Kemal Paşa Topal Osman'a cinayeti sorduğunda Topal Osman şiddetle kendinin işlemediğini söylemişti. Aslında Topal Osmanlı Şükrü Bey'in yakın bir dostluğu vardı. Topal Osman doğru söylüyor olabilirdi. Peki bu cinayetin azmettiricisi gerçekten Mustafa Kemal miydi?


Bulgulara göre bu mümkün değildi. Mecliste bu tip tartışmalar hep yaşanmaktaydı. Ve ikilinin böyle bir olay yaşayacak kadar da düşmanlığı yoktu. Böyle bir şeyi yapmak istese bile kendi itibarını düşünerek yapmazdı

 

Hatta Ali Şükrü hayattayken Feridun Bey'e şöyle demişti. Ben Mustafa Kemal Paşa'yı bilirim. Benim dobra dobra konuşmalarıma hatta bazen ölçüyü aşarak çok şiddetli tenkitler yapışıma hiç kızmaz. Ama gel gör ki etrafına sokulmak isteyenlerin yapmadıkları yok. Sanki Paşa'yı benden fazla seviyorlar


Ancak sonrasında Topal Osman'ın yakalanması kararı çıktı. Evine düzenlenen bir baskında çıkan çatışmada yaralandı. Yaralı bir şekilde hastaneye kaldırılırken


İsmail Hakkı Tekçi'nin emriyle kafası kurşun yağmuruna tutularak öldürüldü. Ancak bu meclisteki Topal Osman düşmanları için yeterli değildi. Cesedinin asılarak teşhir edilmesi kararı çıktı. Osman Ağa'nın naaşı Ulus'ta. Meclis önünde ayağından asılarak teşhir edildi.


Ardından Giresun Kalesi'ne defnedildi. Sonrasında naaşı Atatürk'ün emriyle kalenin en yüksek yerinde yaptırılan anıt mezara nakledildi.


10 Mart 2024 Pazar

Kurtuluş Savaşında Batırdığımız Gemimiz

 


Ordu, Kurtuluş Savaşı yıllarında doğu ve batı cephemiz arasında yer aldığı için cephane transferine aşina bir liman kentiydi.


Doğu Cephesi'nin başarıyla kapanıp İngiltere destekli Yunanistan ile savaştığımız günlerde Rusya'dan ve Doğu Cephesi'nden gelen mühimmat transferi oldukça sıklaşmıştı. Bu sırada düşman gemileriyse de Karadeniz'de kuş uçurmama yeminliymişçesine devriye atıyorlardı. Rüsumat Gemisi ise defalarca düşman gemilerini atlatıp İnebolu'ya yük boşaltmıştı



İnebolu gerek İstanbul'dan gelen gerekse de doğudan gelen cephanelerin toplanıp Ankara'ya yani kurtuluşun merkezine ulaştırılan yardımların bir üst noktasıydı. Öyle ki Kurtuluş Savaşı'nın başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Paşa Benim gözüm Sakarya'da. Kulağım İnebolu'da demiştir. Çünkü askerin elinde tutacağı silah, sırtına geçireceği gömlek İnebolu'dadır


Milletin vereceği bir çift çoraba muhtaç olan Ankara Hükümeti'nin bu mühimmatlara çok ihtiyacı vardır. 16  Temmuz 1921 Rüsumat her zaman olduğu gibi Batum Limanı'ndan Ermeni çetelerden ele geçirilmiş olan silah ve mühimmatları yükledi



30 yaşındaki Rüsumat aslında büyük bir balıkçı teknesini andırmaktaydı. Fakat geminin altında ambar, üstündeyse çekici bir vinç olması ona ayrı bir özellik katmıştı


Kurtuluş Savaşı başladığında Osmanlı'ya ait olan bu gemi Kuvayi Milliye tarafından milli mücadeleye destek olması amacıyla kaçırılmıştı.  Batum'dan 2 top 354 sandık top mermisiyle yola çıkan Rüsumat Düşmana yakalanmamak için ışık söndürmüş, güverte üzerinde sigara dahi içilmeden yola koyulmuştu. Yüzbaşı Mahmut'un sürdüğü gemiye Trabzon Limanı'na gelmiş, düşman hakkında bilgi almış, olumlu haberlerden sonra yola devam etmişti



fakat Samsun tarafından bir Yunan gemisi Rüsumat'tan haber almıştı. Yunan gemisinin Rüsumat'tan haberi olduğunu Ordu Liman Başkanı Dursun Reis de öğrenmişti


Ordu Liman Başkanı Dursun Reis küçük bir tekneyle Ordu önlerinden geçen Rüsum önünü kesti. Derhal kaptanla görüştü. Yunan gemisi geliyor dedi. Kaptan düşündü. Ya gemi teslim olacak ya da batacaktı



ama içinde sandık dolusu mühimmat ve topların olduğu bu geminin cephanesine Mehmetçiğin çok ihtiyacı vardı. Bir süre sonra liman başkanıyla birlikte kıyıya tam yol hareket ettiler. Gemiyi karaya oturtacaklar


Halkın yardımıyla mühimmatları Yunan gemisi gelmeden taşıyacaklardı. Ordu halkı sahile akın etti. Ordulular tekneleriyle birlikte bir iskele oluşturdu. Gemideki tüm silahlar karaya, saray hamamına taşındı üstü odunlar yardımıyla örtüldü. Bir süre sonra uzaktan panter ve Dafne adında iki adet düşman gemisi gözüktü. Şehir bombalanabilir, gemi de düşman envanterine katılabilirdi. Kaptan, gemiyi biz batıralım Böylece batmış olan gemiye yanaşmazlar. Daha sonra mümkün olursa çıkarırız dedi. Akla mantığa uymayan bu fikir mecburen uygulandı. Gemi personeli vanaları aştı. Gemi su almaya başladı geminin üst kısmı fındık yağı dökülerek yakıldı. Yanmış ve batan geminin yanına gelen Yunan askerleri geminin içinde bilinçli bırakıldığı düşünülen birkaç merminin patlamasıyla geri döndüler. Zaten geminin mühimmatıyla birlikte yok olacağını düşünmüşlerdi giderken gözdağı verircesine kurusıkı top atıp devriyeye devam ettiler. Muhtemelen üstlerine gemiyi ele geçirdik. Işlevsiz hale getirdik demişlerdi. Başardıklarını düşünüp mutlu olmalıydılar.



Öyle ki bir gün sonraki İstanbul gazetelerine aranan Rüsumat-4 yandığını ve batırıldığını duyurmuşlardı. Düşman gemileri gözden kaybolunca halk tekrardan sahile akın etti


Önce Ordu İtfaiyesi yanan gemiyi söndürdü. Fakat gemi hala su almaktaydı. Vanaların kapatılması lazımdı. Gemi kaptanı 1937  yılında Tan Gazetesi'ne verdiği röportajda o anları şöyle anlatıyor



O esnada Ordulu bir genç çıktı. Ben yaparım dedi. Ona deliğin yerini tarif ettik. Cömert ruhlu delikanlı birkaç dalışta vanayı kapattı. Şimdi sıra içerideki suyu tahliye etmeye gelmişti


Sabaha kadar uğraşıldı. Sabah olduğunda Ordu'ya gelen İtalyan adındaki yolcu gemisinin devirdaim pompası verildi. Rüsumatın suları tamamen boşaltıldı



Ordu Belediye Başkanı'ndan fındık kabuğu alınıp kazan dairesi yakıldı. Fındık yağıyla makineler temizlendi. Evet. Kimsenin ihtimal vermediği şey gerçekleşti. Yangından üst tarafı yıkılmış olan bu gemi 
çalışmaya başladı. Halkın yaşa, var ol sesleri içinde geldiği yer olan Trabzon'a doğru yola çıktı. Kaptan o anları şöyle anlatmakta. Yaşa, var ol sesleri arasında kırık direk, kopuk burunla Trabzon'a yollandık sonra yeniden oraya gelmiş olan düşman filosu yerimizde yeller estiğini görünce şaşırmış. Halk sahilde toplanarak kahkahalarla gülmüşler. Rüsumat tamir edildikten sonra seferlerine devam etti.


Düşmanı gafil avlayarak gerçekleştirilen bu operasyon sonrası düşman işi daha sıkı tuttu. Yunan gemileri bir süre sonra tekrar karşı karşıya geldi



Fırtına ve sis nedeniyle düşmanı fark edemedi. Üç top atışı isabet etti. En son kaptan olmak üzere denize atlandı. Halkın yardımıyla karaya çıkan gemi personeli bir süre sonra gemiyi tekrar yüzdürmek istedi


Fakat bunu anlayan düşman gemileri ikinci kez bu olayın yaşanmasına izin vermedi ve tekrar gelip gemiyi tam anlamıyla suyun derinliklerine gömdü.


Her şeye rağmen gemideki işe yarar pusula ve malzemeler gizlice karaya çıkarıldı


Rüsumat bu zamana dek düşmana yakalanmadan 11 sefer yaptığı, bu seferlerde toplam 1070 tüfek, 7459 sandık mermi, 993 kasatura, 8 top 2244  sandık top mermisini batı cephesine ulaştırdı. Savaşın kazanılmasında önemli bir rol üstlendi. Yağlı suya atlayıp vanaları kapatan Ordulu gencin adı Hamdi'ydi. Kendisi daha sonra Karadeniz soy ismini aldı


Bugün Ordu'daki mezar taşında Rüsumatı kurtaran Hasan oğlu Hamdi Karadeniz yazmaktadır. Mustafa Kemal Paşa da Karadeniz'deki kahraman denizciler için şöyle demiştir


Düşman ablukasına ve sahip olduğu kısıtlı deniz araçlarına rağmen bahriyemizin mensupları Karadeniz'de birkaç gemiyle harikalar göstererek hiçbir şey kaybetmeksizin deniz nakliyatını sağlamak suretiyle teşekküre değer hizmetler yapmışlardır


Evet, sadece bu olay bile halkın Kemalpaşa önderliğindeki kurtuluş savaşına olan inancını ve özverisini göstermektedir. Rüsumat ismi bugün Ordu'da anıtlarda

caddelerde futbol kulübü isimlerinde yaşamaktadır.